Çalışma ve yaşam koşullarının tahammül edilmez boyutlara ulaştığı bugün hem işsizlik sopasıyla hem de boğucu siyasal atmosferin yardımıyla atomize edilmeye çalışılan sınıf hareketi, ortaya çıkardığı mücadele dinamiklerini bir eksende birleştirmek ihtiyacı ile karşı karşıya. Hem lokal direnişlerin daha geniş çaplı etkiler yaratabilmesi, hem de ardından gelebilecek saldırıların birleşik bir şekilde püskürtülebilmesi ancak bu görevin yerine getirilmesiyle mümkün.
Sınıf hareketi uzun bir dönemdir birleşik bir hatta ilerlemiyor. Kimi dönemlerde birbirini tetikleyerek yaygınlaşsa da çoğunlukla işyeri düzeyinde hak talepleri ve örgütlenme arayışı üzerinden gerçekleşen eylemlere tanık oluyoruz. Devletin de desteğini arkasına alan sermaye sınıfı çoğu durumda bu eylemleri kendi içinde yalıtmada ve baskıyla sindirmede başarılı oluyor.
Kimi örneklerde, biriken öfke işçilerin kararlı tutumuyla birleştiğinde, uğrunda harekete geçilen talepleri elde etmek mümkün oluyor. Bu eylemler sadece harekete geçen işçiler için değil, bir bütün olarak işçi sınıfımız için örnek teşkil ediyor. Son olarak geçtiğimiz haftalarda Şireci Tekstil işçileri bu açıdan örnek bir mücadele yürütmüşlerdir. Şireci sermayedarına taleplerini kabul ettirmenin yanı sıra saray rejiminin uzantılarını da çaresiz bırakmışlardır.
Ne var ki sermaye sınıfı bilinçli olduğu kadar örgütlü ve kinci bir sınıftır. Çatışmanın keskinleştiği anlarda geri adım atsa da eline geçen ilk fırsatta atmak zorunda kaldığı geri adımın intikamını almaktan geri durmuyor. Şireci’de de kararlı bir mücadele sürecinin ardından işçilerin güçlenen özgüvenlerini ve birliklerini parçalamak için, direnişin üzerinden henüz birkaç hafta geçmişken 50’ye yakın işçi işten çıkarıldı.
Tartışmasız bir şekilde bu saldırı birkaç hafta öncesindeki direnişin intikamı ve Şireci işçilerini örnek alan işçilere bir gözdağıydı. Dolayısıyla bu saldırı sadece Şireci’nin kapitalist patronunun değil, aynı zamanda başta Antep tekstil sermayedarları olmak üzere Türkiye sermaye sınıfının toplam bir saldırısıdır.
Benzer bir süreci geçtiğimiz yıl İzmir’de TPI örneğinde görmüştük. Sendikal bürokrasiye rağmen ayağa kalkan TPI işçisi taleplerini elde ederek üretime yeniden başladıktan sonra işçi kıyımları yaşandı. TPI işçisinin örgütlü birliğini daha da güçlenmeden baltalamak için adımlar atıldı.
Ve ne yazık ki bu örnekler tekil örnekler değil. İşçi sınıfımızın yürüttüğü tüm lokal mücadelelerde, üzerinden vakit geçmesine bile gerek duymadan sermaye sınıfı karşı saldırıya geçiyor, kölelik zincirlerini yeniden sıkılaştırmanın yollarını döşüyor.
İşte bu tablo işçi sınıfımızın her dönem için temel ihtiyacı olan birleşik bir sınıf hareketi sorununu çok daha acil bir şekilde gündemimize getiriyor. Sadece birleşik bir sınıf hareketinin genel planda inşa edilmesinin hayati önemini değil, harekete geçen işçi bölüklerinin dayanışma ve birlikte mücadele süreçlerinin örgütlenmesi ihtiyacının yakıcılığını da…
Benzer bir süreç 2000’li yılların ortalarında doğal bir ihtiyaç olarak ve sınıf bilinçli işçilerin mücadeleleri ile gündeme gelmişti. O dönem ATV-Sabah grevi, Sinter Metal, Meha direnişleri üzerinden sendikal bürokrasinin engelleyici tutumlarına rağmen gelişen birlikte mücadele eğilimi söz konusuydu. Bu eğilim direnişçi işçilerin belli bir süre ortak platformlarda yer almasını sağlamış ve her bir lokal mücadeleye ayrı bir güç katmıştı.
Çalışma ve yaşam koşullarının tahammül edilmez boyutlara ulaştığı bugün hem işsizlik sopasıyla hem de boğucu siyasal atmosferin yardımıyla atomize edilmeye çalışılan sınıf hareketi, ortaya çıkardığı mücadele dinamiklerini bir eksende birleştirmek ihtiyacı ile karşı karşıya. Hem lokal direnişlerin daha geniş çaplı etkiler yaratabilmesi, hem de ardından gelebilecek saldırıların birleşik bir şekilde püskürtülebilmesi ancak bu görevin yerine getirilmesiyle mümkün. Geleneksel sendikal çevrelerin ve sınıf hareketinin sorunlarına ilgisiz emek örgütlerinin bu görevi yerine getirmesi mümkün olmadığına göre, bu görevi omuzlamak sınıf devrimcilerine ve öncü işçilere düşüyor.