Eğitim sistemi ne kapitalist patronların insafına ne de AKP iktidarının gerici çıkarlarına bırakılabilir. İşçi ve emekçi çocuklarına dayatılan bu gelecek kabul edilemez. İşçi sınıfı ve emekçiler toplumun geleceğini doğrudan etkileyen bu tabloyu değiştirmek için mücadele etmelidir. Yaşamın her alanında olduğu gibi eğitim alanında da haklarına ve geleceğine sahip çıkmalıdır. Eşit, parasız, bilimsel, laik eğitim mücadelesini güçlendirmelidir.
Okulların açılmasıyla beraber işçi ve emekçilerin eğitim dönemi çilesi de başlamış oldu. Hergün televizyon ya da gazetelerde okulların açılmasını “heyecanlı öğrenciler”, “mutlu veliler”, “yeni okula başlayacak çocukların sevinci” vb. haberlerle duysak da, esasında çocuğu okula gidecek milyonlarca işçi ailesi için bu durum kaygı, endişe ve ekonomik hesap nedeni.
Asgari ücrete mahkûm edilmiş milyonlar yoksulluk ve sefaleti derinden yaşıyorlar. En temel insani ihtiyaçlarını karşılamaktan gittikçe daha çok uzaklaşıyorlar. Bu nedenle çocuğunun ilkokula ya da liseye başlamasının, üniversiteyi kazanmış olmasının “sevincini” yaşamaktan ziyade eğitim masraflarını nasıl karşılayacaklarını düşünüyorlar. Buna eşlik eden gelecek kaygısıyla birlikte…
Evet, bu ülkede eğitim demek eşitsizlik, masraf ve gelecek kaygısı demek. Açlığı, yoksulluğu, yoksunluğu, sömürüyü yaşayan işçi ve emekçi aileler, çocuklarının kurtuluşunun okumakta olduğuna, “başarılı bir eğitim” sürecinin ardından bireysel olarak rahata erebileceğine inanıyorlar. “İyi bir okul”dan diploma alabildiğinde, çocuklarının kendi kaderlerini yaşamayacağını umuyorlar. Ancak bunun gerçekçi olmadığını da yaşayarak görüyorlar.
Kapitalist sömürü düzeninde yaşıyoruz. Her alanda olduğu gibi eğitim alanı da bu düzenin efendilerinin ideolojik, politik, kültürel ve elbette ekonomik ihtiyaçlarına göre şekilleniyor. Her düzeyde eğitimin içeriği, sınıflara dayalı bu sömürü düzeninin topluma benimsetilmesi hedefine göre belirleniyor. Aynı zamanda eğitim bir bütün olarak piyasa koşullarının hüküm sürdüğü bir sektör olarak işletiliyor. Kapitalist düzende eğitim toplumsal bir gereksinim ve temel bir insani hak olarak değil, parası olanın yararlanabileceği bir ayrıcalık olarak görülüyor. Hal böyle olunca, işçi ailelerinin bu düzende eğitimden bekledikleri ancak bir yanılsamadan ibaret kalıyor. Toplum yaşamını belirleyen eşitsizlik ve sınıfsal ayrım doğal olarak eğitim alanının bütününe yansıyor.
Ancak AKP dönemi ile birlikte toplumsal yaşamın tüm alanları gibi eğitim sistemi de tam anlamıyla bir çöküş ve çürümeyi yaşıyor.
AKP döneminin eğitim anlayışı: Yap-boz tahtası!
AKP iktidara geldiği andan itibaren eğitim alanını özel bir hedef haline getirdi. Eğitimi sermaye düzeninin “piyasa” ihtiyaçlarına tam uyumlu bir biçime kavuşturmanın yanı sıra, kendi gerici ideolojik-kültürel yaklaşımlarını dayatmanın da bir aracı haline getirmek için birçok adım attı. Bu adımlarla eğitim alanı tam bir harabeye çevrildi.
Elemeci mantığa dayanan sınavlarla eşitsizlik derinleştirilirken, 17 kez değişen sınav sistemi ile bir kaos ortamı yaratıldı. Özel kolejlerde okuyan öğrenciler ile devletin “baraka” okullarında üst üste okuyan öğrencilerin aynı sınavlara tabi tutulduğu yetmedi, birçok kez sınav soruları dahi çalındı.
9 kez değişen eğitim bakanlarının her biri “ellerindeki sihirli değnek” ile sorunları çözmek adına yıkımı derinleştiren adımlar attılar. 4+4+4 eğitim modeli ile zorunlu eğitim kaldırıldı, düz liseler kapatıldı, imam hatip okullarının sayısı birkaç kat artırıldı. Özel okullara teşvikler artırılırken, sınavda “başarısız” olan öğrenciler mecburi olarak meslek liseleri ya da imam hatip liselerine gitmek dayatmasıyla karşı karşıya kaldı. Sermayenin ucuz ve kalifiye işgücü ihtiyacını karşılamak için meslek liselerini kapitalist patronların vahşi kâr hırsına teslim eden birçok “proje” hayata geçirildi. Buralarda okuyan öğrenciler eğitim adı altında yok pahasına üretim gerçekleştirdi. Kısacası eğitim sistemi tam bir harabeye çevrildi.
Eğitim: Parası olanın yararlanabileceği bir ayrıcalık
AKP iktidarı kamusal bir sorumluluk olan ve kamunun kaynaklarından karşılanması gereken eğitim masraflarını, devletin bir yükümlülüğü olmaktan çıkartmak için kendinden öncekilerle kıyaslanamayacak boyutlarda adımlar attı. Özel okulların sayısı katlanarak arttı. AKP öncesinde toplam okul sayısına oranı oldukça düşük olan özel okul sayısı bugün neredeyse yüzde 20’ler düzeyine çıkmış bulunuyor. 70 bin okulun 14 bini özel okul olarak işletiliyor. Büyük sermayeye dayalı özel okulların yanı sıra merdiven altı ilkokul, orta okul, liseler ve üniversiteler hemen her yerde pıtrak gibi çoğalan sözde eğitim kurumları durumundalar.
Buna devlet bütçesinden eğitime ayrılan payın yıllar içinde düşürülmesi eşlik ediyor. 2002 yılında eğitimin bütçedeki payı yüzde 17,18 iken bugün bu oran yüzde 9,18’e gerilemiş durumda. Bu oranın büyük bir bölümünün ise özel okullara teşvik adı altında hibe edildiğini biliyoruz. Olanaklarını bir şekilde yaratıp, kredi çekip, borç-harç çocuğunu özel okullara gönderen aileler fahiş fiyatlarda eğitimi satın alıyorlar. Öte yandan çocuklarını devlet okullarına göndermek zorunda kalan aileler ise kaynak ayrılmadığı gerekçesi ile güya parasız olan devlet okullarına ilk kayıt anından itibaren düzenli olarak para vermek, okulun temizlik, kağıt, dolap vb. ihtiyaçlarını karşılamak dayatmasıyla yüz yüze kalıyorlar. Özel okul-devlet okulu ayrımına, devlet okullarında ise kimin ne kadar “katkı parası” ödediğine göre bir ayrımcılık ve eşitsizlik ekleniyor. Hangi okulda ve sınıfta olunacağını, teknik aletlerin kullanımı vb.’ni “ödenen miktar” belirliyor. Eğitimin bir sektör olarak işletilmesi ve kapitalist patronların kâr aracı olarak bir meta haline getirilmesi bununla bitmiyor. Servis, yemek, kırtasiye, kıyafet, sınavlar diye uzayıp giden listede her şey bir maliyet kalemi ve yıllık milyarlarca liralık kâr edilen devasa bir sektör. Hal böyle olunca, eğitim alanı şirketlerin iştahını kabartan büyük bir “pazar”, milyonlarca öğrenci ve ailesi de müşteri durumunda.
AKP toplumun geleceğini teslim almaya çalışıyor
Eğitim alanının AKP döneminde ayyuka çıkan çürüme hali, tüm kademelerdeki eğitimin içeriği ve niteliği ile devam ediyor. Zaten anti-bilimsel, niteliksiz, ezbere dayalı olan eğitim müfredatı düşünmeyen, sorgulamayan, biat eden nesiller yetiştirmeyi hedefliyordu. AKP iktidarı işbaşına geldiği andan itibaren müfredatı kendi ideolojik-kültürel yaklaşımlarının empoze edilmesi aracı haline getirmeye çalıştı. Çoğunluğu cemaat ve tarikatların elinde olan özel okul ve yurtlara bir yandan “ticari gelir kapısı”, diğer yanda ise bu gerici odakların örgütlenme alanı olarak bakıldı.
Okul öncesi eğitimden başlanarak din eğitimi, Kuran kursları yaygınlaştırıldı. Evrim teorisi müfredattan çıkartıldı, felsefe ve fen bilimlerinin ağırlığı azaltıldı, yerine zorunlu din derslerinin saatleri artırıldı. Bu saldırılara imam hatip okullarının yaygınlaştırılması eşlik etti. Gerici vakıflarla MEB arasında protokoller imzalanarak, eğitim alanı bu vakıfların istismar alanı haline getirildi. İkide bir yapılan açıklamalarla karma eğitim hedef alındı, “kız okulları” vb. tartışmaları ile gericiliğin yolu düzlenmeye çalışıldı.
Şu sıralar ise ÇEDES gündemde. İzmir ve Eskişehir’in pilot bölge seçildiği uygulamada “manevi danışman” adı altında her okula imam, vaiz ve ablalar, abiler atanması hedefleniyor. Ataması yapılmayan 700 bin öğretmen varken, eğitim almış bu insanların yerine okullara maaşlı imam atamak AKP zihniyetinin özeti niteliğinde.
Herkese, her düzeyde eşit, parasız, bilimsel ve laik eğitim
Ülkede eğitim tel tel dökülüyor. İşçi ve emekçi çocuklarının en temel hakkı olan eğitim hakkı elinden alınıyor. Eğitimin toplumun ihtiyaçlarına göre bilimsel, nitelikli ve herkesin her düzeyde ulaşabileceği temel bir hak olmaktan çok kâr getiren bir sektör ve gericiliğin üretildiği bir alan olarak görülmesinin sonuçları bunlar.
TÜİK’in verilerine yansıyanlara göre, 15-17 yaş arası çocukların işgücüne katılımı yüzde 16,4. Yine aynı yaş aralığında eğitim ve istihdamda olmayan çocukların oranı yani eğitim hakkından mahrum olanların oranı yüzde 9,2. Bu oranların bize gösterdiği gerçek, işçi ailelerinin türlü olanaksızlıklarla bir şekilde okula gönderebildiği çocuklarının yanı sıra azımsanamayacak bir oranın da okula devam etmek yerine çalışıp para kazanmak zorunda olduğudur. AKP gericiliğinin yaklaşımları sayesinde konu kız çocukları olduğunda bu oran çok daha yüksek.
Eğitim sistemi ne kapitalist patronların insafına ne de AKP iktidarının gerici çıkarlarına bırakılabilir. İşçi ve emekçi çocuklarına dayatılan bu gelecek kabul edilemez. İşçi sınıfı ve emekçiler toplumun geleceğini doğrudan etkileyen bu tabloyu değiştirmek için mücadele etmelidir. Yaşamın her alanında olduğu gibi eğitim alanında da haklarına ve geleceğine sahip çıkmalıdır. Eşit, parasız, bilimsel, laik eğitim mücadelesini güçlendirmelidir.