Eğer söz konusu olan “anayasanın ruhu” ise, bireysel özgürlüklerden çok daha önemli olan sınıflar arası ilişkileri nasıl tanımladığı ve organize ettiğidir. Bugün hesaplaşılacağı söylenen “darbe anayasası”nın en temel özelliklerinden biri, Türkiye’nin neoliberal kapitalizme uyum sağlaması için gerekli koşulları oluşturmayı hedeflemesiydi. Bu yanıyla gündeme gelecek anayasa değişikliğinin Türkiye burjuvazisinin toplam ihtiyaçlarının ne kadar ifadesi olabileceği, burjuvazi bünyesindeki çelişkilerde nasıl bir rol oynayacağı tartışmalı olsa da işçi sınıfı ve emekçiler için karşı karşıya kaldıkları koyu baskı rejimini daha da derinleştirmek dışında bir sonuca yol açmayacağı açıktır.
TBMM 1 Ekim’de yeni yasama yılına başladı. Yapılan açıklamalara bakılırsa, bu yeni dönemin en temel gündemlerinden biri anayasa tartışmaları olacak. 2017’de jet hızında kararlar almak için “millet”ten yetki isteyen Erdoğan, bu sefer “çağın şartlarına uygun, sivil, özgürlükçü, dili ve bütünlüğü ile milleti kucaklayan bir anayasa”ya ihtiyaç olduğunu “keşfetmiş”!
Burjuva siyaseti karakteri itibariyle ikiyüzlüdür. Ama herhalde tarihin hiçbir evresinde bu açıdan Erdoğan kadar pişkin bir lider görülmemiştir. Demokrasiyi istediği durakta ineceği bir tramvay olarak tanımlayan birinin dilinde bir araya gelen “çağın şartlarına uygun, sivil ve özgürlükçü” tanımları bile gerçekte ne yapmak istediğini ortaya sermeye yetiyor.
Sanki yürütmede oldukları 21 yıl boyunca 12 Eylül anayasasında tam 12 kez değişiklik yapan kendileri değil. En kapsamlı değişiklikleri yaptıkları 2010 ve 2017 referandumlarında da darbe anayasası ile hesaplaşmayı dillerine dolamışlardı. Şimdi ise “darbe anayasasıyla hesaplaşma” söylemine “Türkiye Yüzyılı”na yakışır bir anayasa ihtiyacını ekliyorlar. AKP’nin hukukçu kurmayları bugüne kadar yapılan değişikliklerin karşılarına çıkacağını bildikleri için hazırlıklılar. Ne kadar değişiklik yapılsa da her anayasanın bir ruhu olduğunu, sorunun bu ruhta olduğunu söylüyorlar. Bunu söylerken, bozuk saatin günde iki defa doğruyu göstermesi gibi doğru bir noktaya işaret ediyorlar. Zira tam da ifade ettikleri gibi, her anayasanın bir ruhu ama onun da ötesinde sınıfsal bir karakteri vardır.
Bugün AKP’nin anayasa tartışmaları daha çok laiklik ekseninde ele alınıyor. Dinci-gerici ideolojik kimliği ile AKP’nin laiklikle “sorunu” olduğu sır değil. Ama bu alanda kapsamlı değişiklik önerilerinin önemli bir direnişle karşılaşacağını, hatta böyle bir değişikliği aritmetik olarak bile başarmalarının zor olacağını en iyi kendileri biliyorlar. Laiklik ilkesini doğrudan anayasadan çıkarmayı hedeflemek yerine “ailenin korunması”, “başörtüsüne anayasal güvence” gibi tartışmalarla bu alanda açılmış olan gedikleri büyütmeye çalışıyorlar. Bu tartışmalar aynı zamanda toplumsal kutuplaşmayı canlı tutmak işlevi de görüyor.
“Sivil ve özgürlükçü anayasa” üzerine güzellemeler ise AKP’nin bu konulardaki riyâkarlığının yeni bir örneği olmak dışında bir anlam ifade etmiyor. Bugün başta örgütlenme ve söz söyleme özgürlüğü olmak üzere bütün demokratik hak ve özgürlüklerin saldırı altında olduğu bir baskı rejimi inşa edilmiş bulunuyor. Bunu inşa edenlerin açtıkları “yeni bir anayasa” tartışmasının bu baskı rejimine hukuksal bir kılıf yaratmak dışında amacı ne olabilir ki?
Unutulmamalıdır ki, hak ve özgürlükler ancak mücadelelerle kazanılabilir. Kâğıt üzerindeki hukuk metinleri ancak topallayarak arkadan gelir ve zaten sınıf mücadelesi tarafından belirlenmiş olan kuralları yazar.
Eğer söz konusu olan “anayasanın ruhu” ise, bireysel özgürlüklerden çok daha önemli olan sınıflar arası ilişkileri nasıl tanımladığı ve organize ettiğidir. Bugün hesaplaşılacağı söylenen “darbe anayasası”nın en temel özelliklerinden biri, Türkiye’nin neoliberal kapitalizme uyum sağlaması için gerekli koşulları oluşturmayı hedeflemesiydi. Bu yanıyla gündeme gelecek anayasa değişikliğinin Türkiye burjuvazisinin toplam ihtiyaçlarının ne kadar ifadesi olabileceği, burjuvazi bünyesindeki çelişkilerde nasıl bir rol oynayacağı tartışmalı olsa da işçi sınıfı ve emekçiler için karşı karşıya kaldıkları koyu baskı rejimini daha da derinleştirmek dışında bir sonuca yol açmayacağı açıktır.