“Emperyalist merkezler tarafından sorun çarpıtılıyor; bir tarafında dinci emellere sahip bir örgüt, öbür tarafında ise İsrail halkı varmış gibi yapılıyor. Ve yaşananlar bir tür “medeniyetler çatışması” olarak sunulmaya çalışılıyor. Oysa bir tarafta tüm temel hakları ellerinden alınmış, direnmek dışında bir varoluş biçimi kalmamış mazlum bir halk, öteki tarafta ise bu halka her türlü zulmü emperyalist dünyadan aldığı güçle pervasızca uygulayan Siyonist yayılmacı bir rejim var.”
Siyonist İsrail rejimi Filistinli direniş güçlerinin 7 Ekim’de başlattığı Aksa Tufanı Harekâtı ile önemli bir darbe aldı. Hâlâ değişik yönleriyle tartışılan bu harekâta siyonistlerin verdiği yanıt ise, her zaman yaptıkları gibi bir katliam operasyonunu başlatmak oldu.
Öncelikle Filistin cephesinden gerçekleşen saldırının birçok işçi ve emekçinin de kafasını bulandıran tartışmalı yönlerine bakmakta fayda var.
Emperyalist merkezlerin ikiyüzlü açıklamalarına eşlik eden bir sosyal medya rüzgârı ile birlikte harekât özellikle İsrailli sivillere yönelik bir katliam olarak yansıtıldı. Elbette ki sayısı ne kadar az olursa olsun operasyon sırasında gerçekleşen sivil ölümler kabul edilmez. Ancak bu ölümlerin İsrail devletinin yıllardır uyguladığı baskı, zulüm ve katliamlarla on binlerce sivili öldürdüğü gerçeğini karartmak ve Filistin direnişini karalamak için kullanılması bir algı operasyonundan başka bir şey değildir. Ortadoğu’da akan her damla kandan, çekilen her acıdan İsrail devleti ve onu her koşulda destekleyen batı emperyalizmi sorumludur. Kanın durmasının tek yolu İsrail saldırganlığının son bulması, Filistin halkının haklarının tam olarak tanınmasıdır.
Aksa Tufanı Harekâtı’nı bu şekilde yargılayanların önemli bir bölümü Siyonistlerin on yıllardır Filistin halkına karşı gerçekleştirdiği katliamlara karşı sağır ve dilsizi oynuyorlar. İsrail’in canice saldırıları ile Filistin’de sadece son 25 yılda 300 binin üzerinde insanın hayatını kaybettiği biliniyor. Dahası Aksa Tufanı Harekâtı’nın ardından gerçekleşen saldırılarda sadece bir hafta içinde 300’ün üzerinde Filistinli çocuk öldürüldü. Yani yıllarca orada dökülen kanı görmezden gelenler şimdi “sivil kayıplara duyarlılık” adı altında her zamanki ikiyüzlülüklerini sergiliyorlar.
Bu tablo ile birlikte harekâta ilişkin bir diğer önemli tartışma ise Hamas’a ilişkin. Yine emperyalist merkezler tarafından sorun çarpıtılıyor; bir tarafında dinci emellere sahip bir örgüt, öbür tarafında ise İsrail halkı varmış gibi yapılıyor. Ve yaşananlar bir tür “medeniyetler çatışması” olarak sunulmaya çalışılıyor. Oysa bir tarafta tüm temel hakları ellerinden alınmış, direnmek dışında bir varoluş biçimi kalmamış mazlum bir halk, öteki tarafta ise bu halka her türlü zulmü emperyalist dünyadan aldığı güçle pervasızca uygulayan Siyonist yayılmacı bir rejim var. Hamas elbette dinci-gerici dünya görüşü ile Filistin halkını özgürleştirmekten, onun mücadelesini zafere taşımaktan yapısal olarak mahrum bir örgüt. Ancak onu El-Kaide ya da IŞİD ile aynı kefede değerlendirmek mümkün değil. Geçmişte Filistin Direnişi’nin öncü gücü ve sözcüsü FKÖ şahsında ilerici-devrimci güçlerdi. Ancak ‘93’te Oslo süreci ile birlikte FKÖ’nün emperyalist merkezlerden medet uman bir yönelime girmesiyle direnişin öncülüğü Hamas’a geçmiş oldu. Yani Hamas’ın öne çıkmasına yol açan, daha önce direnişe öncülük eden ilerici güçlerin direniş konusundaki ikircikli tutumları oldu. Filistin halkı bazılarının iddia ettiği üzere dinci olduğu için değil İsrail mezalimine karşı savaştığı için halen Hamas’ı destekliyor. Kaldı ki Filistin’deki tek direnişçi örgüt Hamas değil. Aksa Tufanı gibi karmaşık bir harekât bile 14 örgütün ortak katılımıyla gerçekleşiyor.
Tartışmaların artık bir komplo teorisine varan boyutunu ise, harekâtın İsrail gizli servisi tarafından bilinmesine rağmen engellenmediği, Netanyahu’ya yönelen tepkilerin önünü kesmenin gerekçesi olarak kullanılmak istendiği iddiası oluşturuyor. Bu iddianın gerçekliğini tam olarak bilemeyiz elbette. Ama bizim bildiğimiz, Filistin halkının bugüne kadar son derece elverişsiz koşullara rağmen olağanüstü bir direnişi sürdürmeyi başardığıdır. Ve olayların mantığına bakıldığında, gelişmelerin bu tür iddiaları doğrulamadığıdır. Bunun için İsrail düzen muhalefetinin tepkilerine bakmak bile yeterlidir. Halihazırda Netanyahu hiç de milliyetçiliği körükleyerek İsrail halkını arkasına alabilmiş değil. Tam tersine halkının güvenliğini sağlayamayan bir lider olarak eleştiriliyor. Dahası dünyanın en güçlü gizli servisi olarak sunulan MOSSAD’ın bu çapta bir eylemi engelleyememiş olması büyük bir itibar kaybı anlamına geliyor.
Bu süreç bölgede yeni bir dönemin kapısını aralayacaktır. İşbirlikçi Arap rejimlerini de yanına çekerek elini daha da güçlendirmeyi hedefleyen Siyonistlerin işi artık hiç de kolay olmayacaktır. Başlattığı gözü dönmüş saldırı furyasının Siyonistlerin “yenilmez” imajını tazelemeye yetip yetmeyeceği ise, sadece Filistin halkının direnişiyle değil, başta bölge halkları olmak üzere dünya halklarının direnişe nasıl bir destek örgütleyeceği ile bağlantılı olacaktır.
Harekâtın ilk şoku ve tartışmaların ardından bugün dünyanın dört bir yanında Filistin halkının haklı direnişine destek eylemleri yapılmaya başlamıştır. Bölgenin en gelişmiş işçi sınıfı olarak bize düşen de amasız fakatsız bir şekilde Filistin halkının haklı davasını desteklemektir.