100 yılın ardından…

Tam da bu yüzden AKP gericiliği ile hesaplaşmak, onu yaratan ve var eden koşullarla yüzleşmekten, işçi sınıfına sömürü ve kölelikten başka bir şey vermeyen burjuva cumhuriyeti yıkıp yerine işçi sınıfının sosyalist cumhuriyetini kurmaktan geçiyor.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti 100 yılı geride bıraktı. 100. yıl yalnızca kutlamalara değil önemli tartışmalara da konu oluyor. Bu tartışmalarda en çok gözden kaçırılan ise AKP’nin 20 yılda kurduğu parti devletinin cumhuriyetin bir devamı olduğu gerçeğinin atlanmasıdır. Böyle olunca her şey cumhuriyeti savunmak ya da karşı çıkmak tartışmasının içine sıkıştırılmaktadır. Oysa bugünkü AKP cumhuriyeti, attığı kimi ileri adımlara rağmen emekçilere özgürlük hakkı tanımayan, 1923’te kurulan cumhuriyetin yaşadığı evrimin bir ürünüdür.

Bunu söylerken, AKP’nin 1923 cumhuriyetinin kimi “kurucu değerleri” ile sorunları olduğu gerçeğini elbette atlıyor değiliz. Onun dinci-gerici kodları, özellikle aydınlanmacı ve laik fikirlere karşı hasmane bir tutum içinde olduğu ortadadır. Kemalist cumhuriyeti savunan kesimlerin de kendisini daha çok bu alandan ifade ettiğini düşünürsek, “cumhuriyet”i yok saymak AKP için özel bir tutum haline gelmektedir. Bu nedenle 100. yıl kutlamalarının sönük atmosferi AKP payına bir başarı olarak görülebilir. Hatta takiyeci siyaset tarzıyla Gazze’de yaşanan vahşetin arkasına saklanıp cumhuriyet kutlamalarını geri plana itmesi, 28 Ekim’de gerçekleştirdiği Filistin mitingi, bu çerçevede toplumu dikey eksende bölme çabasının yeni bir örneği olarak yorumlanabilir.

Ancak söz konusu olan cumhuriyetin tarihsel gelişimi ise, sınıf bilinçli işçilerin bakması gereken yer kapitalist devletin inşası ve gelişim sürecidir.

100 yıl önce emperyalistlerin dağılmış bir imparatorluğu paylaşma girişimleri karşısında ulusal bir devleti inşa çabasıdır cumhuriyetin kuruluşu. Cumhuriyeti kuran kadrolar en büyük desteği yanı başlarındaki Sovyetler Birliği’nden almışlardır. Buna rağmen yüzlerini “çağdaş muasır medeniyetler” olarak adlandırılan Batı emperyalizmine dönmeleri sınıfsal konum ve ideolojik bakışlarından gelen açık bir tercihtir. Kurulması hedeflenen sistemin ekonomik altyapısı yeterince şekillenmediği için devlet eliyle bir burjuva sınıf yaratılmaya çalışılmış, bu yapılırken de emekçi sınıfların talep ve istemleri baskı altına alınmıştır. 

Başlangıçta yönetici kadroları emperyalist dünya ile “onurlu” ilişkileri esas aldığını ileri sürse de, ekonomik olarak bağlantılı, siyasal olarak “bağımsız” bir ülke arzulasalar da, kapitalizmin gelişim seyri bambaşka bir rotaya sürüklemiştir cumhuriyeti. İktisadi alanda Marshall Yardımı, askeri alanda NATO üyeliği ile başlayan sürecin cumhuriyeti emperyalist-kapitalist dünya sistemi ile kölece ilişkilerin kucağına itmiş olduğu iddia edilir. Ancak bu durum hiç de bazı çevrelerin iddia ettiği gibi 1938 öncesi ve sonrası siyasal yaklaşım farklılıklarının ürünü değildir. Daha en başta yapılan tercihin doğal bir sonucudur.

Genç Türkiye Cumhuriyeti askeri planda Sovyetler Birliği’ne karşı batı emperyalizminin ileri karakolu, iktisadi alanda ise tahıl deposu, ucuz emek cenneti ve pazar alanıdır. Emperyalist-kapitalist sistemin zincirlerini kırıp atmadığı koşullarda başka bir şansı da yoktur.

Yine bu yüzden çalkantılı bir süreçtir 100 yıllık tarih. Emperyalizme bağımlılık nedeniyle kapitalist gelişim süreci sorunsuz ilerleyemediği için askeri vesayetin doğrudan devreye girmesi kaçınılmaz olmuştur. Toplumsal alana yansımaları çok farklı olsa da, yaşanan askeri darbelerin temel hedefi emperyalist-kapitalist sistemin güncel ihtiyaçlarına yanıt verme çabasıdır. Başta dizginlenen dinsel gericilik hem toplumu yönlendirmenin hem de yeri geldiğinde toplumsal muhalefeti baskılamanın temel aracı olmuştur 100 yıllık süreç boyunca.

AKP’nin ortaya çıkışı ve varlık koşulları da işte bu gerçek içinde anlamını bulmaktadır. Cumhuriyetin daha başında yüzünü döndüğü “çağdaş muasır medeniyetler”in Türkiye Cumhuriyeti’ne biçtiği rolün en ideal resmidir AKP gericiliği. Bu rol, din ve milliyetçilikle sersemletilmiş bir toplumun ucuz emeğinin sömürülmesine dayanıyor. Bugün toplumsal yaşamda cumhuriyet değerleri ile didişen bir görüntü çizse de, temelde sınıfsal eksende AKP’nin yaptığı 100 yıl önce ortaya konulan yönelimin başarılı bir şekilde sürdürülmesinden başka bir şey değildir.

Tam da bu yüzden AKP gericiliği ile hesaplaşmak, onu yaratan ve var eden koşullarla yüzleşmekten, işçi sınıfına sömürü ve kölelikten başka bir şey vermeyen burjuva cumhuriyeti yıkıp yerine işçi sınıfının sosyalist cumhuriyetini kurmaktan geçiyor.