Yapmamız gereken açıktır. İnsana, emeğe, doğaya düşman bu düzene karşı örgütlenmek, onun dayatma ve aşağılamalarına karşı durmaktır. Bütün değerlerin yaratıcısı olarak insan onuruna yaraşır bir yaşam mücadelesini yükseltmektir. İnsanca bir yaşam için önce onur mücadelesi dediğimizde, üçü beş yapmak sınırında kalmaz, ayaklar altına alınan değerlerimizi koruyabilir ve geleceğimizi kazanabiliriz.
Kapitalist düzende egemen sınıf “ayrıcalıklı ve üstün” olarak kutsanırken, emeğiyle tüm zenginlikleri üreten işçi sınıfı ise aşağılanır. Toplumsal yaşam buna göre şekillendirilir. Egemenler bir yandan milyonları açlıkla “terbiye” etmeye çalışırken, öte yandan onlara karşı her türlü aşağılayıcı davranışı kendileri için doğal bir hak görürler.
Gündelik hayatta sıkça karşılaştığımız “karnım açken onuru ne yapayım” söylemi aslında burjuvazinin kendi egemenliğini sürdürmek için emekçilere empoze ettiği bir bakış açısıdır. Toplumsal yaşamın her alanında, özellikle de üretim sürecinde bunun fazlasıyla karşılık bulduğunu biliyoruz. Küfür ve hakarete maruz kalan, fiziki şiddete uğrayan, alay edilen milyonlar, emek güçleriyle fabrikalarda çarkları döndürerek tüm zenginlikleri yaratanlardır. Buna rağmen karşılaştıkları tüm aşağılanmalara, değersizleştirme saldırılarına, insani değerlerin ayaklar altına alınmasına “ekmeğim için” diyerek boyun eğdiklerinde, kurulu düzenin sömürü çarkları arasında öğütülen nesnelere dönüşmektedirler.
Yakın zamanda Tezcan Galvaniz’de çalışan bir işçinin patronun fiziki saldırısına maruz kalması basın-yayın organlarına yansıdı. Bu işçi kardeşimiz ne yapmıştı? İşinin gereği neyse, onu! Buna rağmen işçiyi değerlerinden arındırılmış makine olarak gören kapitalist patronun saldırısından kurtulamadı. Kayıtları olduğu için medyaya yansıyan bu saldırının benzerleri her gün yaşanıyor. Geçtiğimiz günlerde basında yer alan diğer bir örnek ise şarkıcı müsveddesi Ferman Toprak’ın ücretini isteyen inşaat işçilerine, “savcı da benim yasa da” diyerek saldırması oldu.
Asalak burjuvaların bu hayasız saldırıları, insan emeğine çökmeye dayalı bu düzenin çarklarının sorunsuzca dönebilmesi içindir. Baskı, şiddet ve aşağılama, sömürünün ayrılmaz parçalarıdır.
Onların istediği gibi uysal köleler olmak da “ekmeği büyütmek” için yeterli değildir. İnsan onuruna yapılan saldırılara göz yumulduğunda, elde edilen ekmek büyümemekte, aksine her gün daha fazla küçülmektedir.
Onuru ve emeği için direnenler de var!
Birleşip örgütlenerek mücadele yolunu tutan Greif işçileri, “biz üç-beş kuruş için değil, en başta onurumuz için direniyoruz” demişlerdi. Yine yakın zamanda direnişe başlayan Özak Tekstil işçileri atılan bir arkadaşlarına sahip çıktılar. Kapitalist patronun “arkadaşınızı bırakın, gelin çalışın” dayatmalarına boyun eğmediler.
Olumlu olumsuz pek çok örnek sıralanabilir…
Burjuvaların onur kırıcı tutumlarına boyun eğenler, “ben kendi ekmeğime bakarım” diyerek birlikte yola çıktıkları arkadaşlarına sahip çıkmayanlar, daha fazla onur kırıcı dayatmalarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Onur mücadelesinden soyutlanmış bir “ekmeğimin peşindeyim” söylemi, insani değerlerimizi yok ettiği gibi, bizleri bir parça ekmeğe muhtaç aciz insanlara dönüştürmektedir. Emekçiyi hiçe sayan bu sistem azgın bir sömürüyü dayatabilmek için, işçilerin kişiliklerini ezmeye, böylece teslim alıp çürütmeye çalışmaktadır.
Yapmamız gereken açıktır. İnsana, emeğe, doğaya düşman bu düzene karşı örgütlenmek, onun dayatma ve aşağılamalarına karşı durmaktır. Bütün değerlerin yaratıcısı olarak insan onuruna yaraşır bir yaşam mücadelesini yükseltmektir. İnsanca bir yaşam için önce onur mücadelesi dediğimizde, üçü beş yapmak sınırında kalmaz, ayaklar altına alınan değerlerimizi koruyabilir ve geleceğimizi kazanabiliriz.