İşte bu çıplak gerçek Fatsa fikrini yaratanların ve onu bugün için örnek gösterenlerin düştüğü önemli bir yanılgıyı ortaya koymaktadır. Merkezi kapitalist devlet aygıtı varlığını sürdürdüğü müddetçe Fatsa gibi deneyimleri çoğaltarak merkezi “kuşatmak” ya da o belediyenin sınırları içinde demokratik-halkçı belediyeciliği inşa etmek ancak bir hayaldir.
Hemen her belediye seçiminde hatırlanan, hatırlatılan bir deneyimdir Fatsa deneyimi. Kimilerine göre halkçı belediyeciliğin, hatta sosyalist komün deneyiminin Türkiye’deki ilk örneğidir. Öte yandan ise belediyeler üzerinden en ileriden yapılabileceklerin sınırlarını göstermektedir.
Tarihsel deneyimlerden öğrenmek kuşkusuz önemlidir. Ne var ki tarihsel deneyimlerden doğru dersleri çıkarabilmek, o deneyimleri kendi somut koşullarında kavrayabilmekle mümkündür. Fatsa deneyimini yaratan siyasal ve toplumsal koşullar kadar onun özgünlükleri kavranmadan bu deneyimden doğru sonuçlar çıkarmak mümkün değildir.
Fatsa fikrine giden yol
Fatsa deneyimi 1979 Ekim’i ile Temmuz 1980 arasında yaklaşık 9 aylık bir yerel yönetim deneyimidir. Türkiye toplumunun en politize dönemi olan 1977-‘80 döneminin bir parçasıdır. Büyüyüp gelişen kitle hareketinin Karadeniz’in küçük bir ilçesinde kendini dışa vurmasıdır.
Dönemin politik etkisiyle özellikle fındık üreticilerinin emperyalist-kapitalist sömürü düzenine karşı tepki ve öfkesinin yoğunlaştığı bir dönemde yaşanmıştır. İsmi şimdi Fatsa ile birlikte anılan Terzi Fikri, bu dönem yapılan “Fındıkta sömürüye son!” mitinglerinin örgütleyicilerinden biri ve en etkili konuşmacısıdır. Terzi Fikri, Mahir Çayan ve yoldaşlarının hapishaneden kaçtıktan sonra Karadeniz’e geçişine ve buradaki çalışmalarına yardım ettiği için yargılanıp iki yıla yakın tutsak edilen bir devrimcidir.
Dönemin belediye başkanının hayatını kaybetmesinin ardından Ekim 1979’da Fatsa’da belediye başkanlığı için ara seçim yapılır. Dönemin faşist borazanı Tercüman’ın “Terzi” lakabını takarak küçümsediği Fikri Sönmez bu seçimlere bağımsız aday olarak katılır. Çocukluğunda çırak olarak başladığı mesleğinden gelen bu lakabı onurla taşıyan Fikri Sönmez, gerçekleşen seçimlerde oyların yüzde 60’ını alarak belediye başkanı seçilir. Seçimleri kazanacağı az çok anlaşılınca gerçekleştirilen iki suikast girişiminden birinde bacağından vurulmasına rağmen Fatsa halkı Fikri’ye ve mücadelesine sahip çıkmıştır.
Fatsa ve ötesi
Terzi Fikri’nin belediye başkanı seçilmesinin ardından Fatsa’da yapılan ilk iş, ilçenin 11 bölgeye ayrılarak bu bölgelerde gizli oy ve açık sayım ilkesine göre yapılan seçimlerle komitelerin kurulmasıdır. Bu komiteler ve halka açık şekilde yapılan belediye meclisi toplantıları ile farklı bir yönetim anlayışı hayata geçirilir. 9 aylık bir zaman diliminde, halkın örgütlü gücü harekete geçirildiğinde, belli sınırları da olsa nelerin başarılabileceğini gösteren önemli örnekler vardır.
Fatsa halkının başardıkları fındık simsarları ve karaborsacıları elbette rahatsız etmiştir. Ama en büyük rahatsızlığı duyan bizzat merkezi devletin kendisi olmuştur. Fatsa’ya düzenlenen “Nokta Operasyonu” öncesinde Genelkurmay tarafından hazırlanan Fatsa raporunda şunlar söylenmektedir: “… bayilere gelen akaryakıtı vatandaşlara dağıtmış, sigaralara el koyarak normal fiyattan halka intikalini sağlamıştır. Margarin bulunmadığı zamanlarda fabrikalardan temin ettikleri yağları, normal fiyattan halka dağıtmışlardır… Fatsa, kurtarılmış bölge ilan edilerek ülke uçurumun kenarına getirilmiştir.”
Yani devleti yönetenlere göre ülkeyi uçurumun kenarına getirenler kendileri değil, kendilerinin yapmadıklarını yapan halktır. 12 Eylül faşist askeri darbesinin generali Kenan Evren de bu kini açıkça dışa vuranlardan biridir: “Orada Terzi Fikri diye biri çıkmış ‘Devlet benim’ diyor. Komite kurmuş, Fatsa’yı o komite yönetiyor. Ne yapılıp, yapılmayacağının kararını halk veriyor. Veya halk adına o komite. Yani kararı devlet vermiyor. Devlet otoritesi sıfır. Devletin kanunları Fatsa’da işlemiyor.” Yine dönemin başbakanı Süleyman Demirel de Çorum katliamının ardından “Bırakın Çorum’u, Fatsa’ya bakın” diyerek Fatsa halkını hedef göstermiştir. “Nokta Operasyonu” öncesi atanan Ordu valisi Reşat Akkaya ise “Fatsa’yı vatan topraklarına katmaya geldim” diyerek göreve başlamıştır.
Devlet, en yetkili organlarıyla Fatsa halkının karşısına dikilmiştir. Ve örgütlü halkın gücünden duyduğu korkuyla 11 Temmuz 1980’de sabaha karşı Fatsa’yı kuşatmıştır. İlçeye hücumbotlarla denizden gerçekleşen baskına bir mekanize piyade taburu, üç jandarma komando birliği, il alay komutanlığı takviye birliklerle katılmıştır. Ülkü Ocakları’ndan devşirme faşist çeteler de yüzlerini gizlemek için taktıkları maskelerle baskında yer alarak halka önderlik yapan devrimcilerin evlerini ihbar etmişlerdir.
Devletin Fatsa’ya düşman toprağına girer gibi saldırması elbette boşuna değildir. Çünkü o devlet gerçekten de halkına düşman bir devlettir.
İşte bu çıplak gerçek Fatsa fikrini yaratanların ve onu bugün için örnek gösterenlerin düştüğü önemli bir yanılgıyı ortaya koymaktadır. Merkezi kapitalist devlet aygıtı varlığını sürdürdüğü müddetçe Fatsa gibi deneyimleri çoğaltarak merkezi “kuşatmak” ya da o belediyenin sınırları içinde demokratik-halkçı belediyeciliği inşa etmek ancak bir hayaldir. Türkiye’de toplumsal mücadelenin en güçlü olduğu dönemde bile bu deneyim ancak 9 ay yaşama şansı bulabilmiştir.