“Denizler’i idam edenler, Mahirler’i Kızıldere’de katledenler hizmet ettikleri Amerikan emperyalizminin ve sermaye düzeninin çöplüğünde çoktan unutulup gittiler. Bu yiğit devrimcilerin yaktığı mücadele ışığı ise hâlâ yolumuzu aydınlatıyor. Denizler, Mahirler işçi sınıfı ve emekçilerin sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya mücadelesinde yaşıyorlar. Baş eğmez tutumlarıyla yol göstermeye devam ediyorlar.”
30 Mart 1972 tarihinde gerçekleşen Kızıldere katliamı, toplumsal mücadele tarihimizin en önemli günlerinden biridir. Dönemin devrimci önderleri Mahir Çayan ve dokuz arkadaşı Deniz Gezmişlerin idamını engellemek için Ordu Ünye’de bulunan NATO radar üssünden üç teknisyeni kaçırdılar. Ardından Tokat Niksar’a bağlı Kızıldere köyünde katledildiler.
1960’lı yıllarda dünyanın dört bir köşesinde toplumsal hareketler yükseliyordu. Küba’da devrim gerçekleşiyor, Vietnam halkı Amerikan emperyalizmine meydan okuyor, Latin Amerika halkları direniyor, Avrupa’da gençlik ve işçi eylemleri dalga dalga yayılıyordu. Dünya çapında yaşanan toplumsal mücadeleler Türkiye’de de yankısını buluyordu. Büyüyen gençlik hareketi düzenin sınırlarına sığmıyor, kendini sosyalizm davasına adayan gençler canları pahasına bir mücadele yürütüyorlardı. İşçi sınıfı grev ve işgallerle sömürü ve baskı düzenine isyan ediyordu. İşçi ve emekçilerin sosyal uyanışının tepe noktasında ise Türkiye işçi hareketi tarihinin en kitlesel eylemi olan 15-16 Haziran Direnişi yer alıyordu. Kapitalizmin gelişiminin ürünü olarak yıkıma uğrayan köylüler toprak işgalleri gerçekleştiriyordu.
Dönemin reformist sol yapıları büyüyen bu mücadeleyi ilerletebilecek bir yönelimden uzaktı. Toplumsal mücadelenin en diri kesimi olan gençlik kitleleri böyle bir süreçte çözümü parlamentoda, anayasa değişikliğinde ve düzen ordusunda gören anlayışlardan koptular. İşçi sınıfı ve köylülüğün mücadelesine önderlik etmek için örgütler kurdular. Öğrenci eylemlerini sürükleyen, grev ve direnişlerde işçi sınıfının ve emekçi kitlelerin yanı başında yer alan bu gençler, yeri geldiğinde bu dava için can vermekten geri durmadılar.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç’ın “sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı” sözleri, yaşanan büyük sosyal uyanışa karşı duyulan korku ve tahammülsüzlüğün göstergesiydi. Açık bir sınıf bilinciyle davranan sermaye devleti, büyüyen devrimci mücadeleyi ve sınıf hareketini bastırmak için Amerikan emperyalizminin tezgahıyla 12 Mart’ta askeri darbe gerçekleştirdi.
12 Mart darbesinin ilk hedefinde ise dönemin devrimci hareketi yer alıyordu. Devrimcileri ezip kırımdan geçirerek, büyüyen toplumsal muhalefetin ve güçlenen devrimci örgütlenmelerin önü alınmak isteniyordu. Bu süreçte başlatılan sürek avlarında dönemin devrimci önderleri olan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan yakalanarak idam cezasına mahkûm edildiler. Denizlerin idamına engel olmak için Mahir Çayan ve arkadaşları NATO’nun bir radar üssünü hedef aldılar ve buradaki üç teknisyeni kaçırdılar. Kısa süre sonra Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde kuşatıldıklarında, uğruna ölümü göze aldıkları davalarına “Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik” diyerek sahip çıktılar.
Ne Mahirlerin Kızıldere’de katledilmesi ne de bir ay sonra Denizlerin idam edilmesi, toplumsal mücadelenin yeniden ve daha güçlü bir şekilde yükselmesini engelleyebildi. Dönemin devrimci önderlerinin Kızıldere’de, idam sehpalarında, zindanlarda düzenin zulmüne karşı baş eğmeyen tutumları, 1974’ten itibaren toplumsal muhalefetin ve işçi hareketinin daha da politikleşerek yükselmesinin temel nedenlerinden biri oldu.
Denizleri idam edenler, Mahirleri Kızıldere’de katledenler hizmet ettikleri Amerikan emperyalizminin ve sermaye düzeninin çöplüğünde çoktan unutulup gittiler.
Bu yiğit devrimcilerin yaktığı mücadele ışığı ise hâlâ yolumuzu aydınlatıyor. Denizler, Mahirler işçi sınıfı ve emekçilerin sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya mücadelesinde yaşıyorlar. Baş eğmez tutumlarıyla yol göstermeye devam ediyorlar.