Birleşmiş Milletler’in (BM) “Taksim Planı” diye anılan 29 Kasım 1947 tarihli 181 sayılı kararı, Filistin trajedisini farklı bir boyuta taşımıştır. BM’nin bu utanç verici kararına dayanan siyonistler, 15 Mayıs 1948’de gasp ettikleri Filistin toprakları üzerinde ırkçı bir rejim kurdular. İşgalci siyonistler bu tarihi, “bağımsızlık günü” diye kutlarken, toprakları gasp edilen Filistin halkı ise “Al Nakba” (büyük felaket) diye anıyor.
Siyonist İsrail’in Filistin halkına karşı giriştiği soykırım savaşı devam ederken, Al Nakba’nın (büyük felaket) 76. yıl dönümü gelip çattı.
Birleşmiş Milletler’in (BM) “Taksim Planı” diye anılan 29 Kasım 1947 tarihli 181 sayılı kararı, Filistin trajedisini farklı bir boyuta taşımıştır. BM’nin bu utanç verici kararına dayanan siyonistler, 15 Mayıs 1948’de gasp ettikleri Filistin toprakları üzerinde ırkçı bir rejim kurdular. İşgalci siyonistler bu tarihi, “bağımsızlık günü” diye kutlarken, toprakları gasp edilen Filistin halkı ise “Al Nakba” (büyük felaket) diye anıyor.
Aslında yaşanan vahşet eşliğinde bir işgaldir. Bir halkın en iğrenç yöntemlerle yerinden yurdundan edilmesidir. Buna esas zemini hazırlayan ise İngiltere’dir. Filistin’i ele geçiren İngiliz emperyalizmi Kasım 1917’de Balfour Deklarasyonu’nu ilan etti. Bu deklarasyonla birlikte siyonistlerin Filistin’e göç edip koloniler kurmalarının önü açıldı.
Filistin’e göç 1890’lı yıllarda başlasa da 1917’den sonra farklı boyutlar kazanmıştır.
BM 181 sayılı kararı onayladığında, İngiliz deklarasyonunun üzerinden otuz yıl geçmişti. Buna rağmen Yahudilerin sahip olduğu toprak oranı halen sembolikti. Nitekim dönemi araştıran İsrailli tarihçi Ilan Pappe şöyle diyor:
“İngiltere’nin Siyonist yanlısı politikalarına ve sayıca büyüyen bir Yahudi azınlığın mevcudiyetine karşın Filistin, manda döneminin sonunda hala büyük ölçüde bir Arap ülkesiydi. Filistin’deki ekili alanların neredeyse bütünü yerli nüfusa aitti -1947 yılında yalnızca yüzde 5,8’i Yahudi mülkiyetindeydi…” (Filistin’de Etnik Temizlik, İntifada Yayınları, 2022, s.58)
Bu gerçek, “Filistinliler topraklarını sattı” yalanını tekrarlayıp duranların rezil sahtekarlardan başka bir olmadıklarını da ortaya koyuyor.
BM kararı, sadece Filistin’i taksim ettiği için değil, Yahudilere sahip olduklarının on katı toprak vermesiyle de acımasız ve utanç vericidir. Gerçekte Yahudiler ne nüfus ne sahip oldukları toprak bakımından devlet kurabilecek durumdaydı. Toprakları hem çok az hem birbirinden yalıtık parçalardan oluşuyordu.
Taksim kararıyla, Filistin’in tarihi topraklarının yüzde 56,5’i Yahudilere, yüzde 43,5’i ise Araplara tahsis edildi. Yani Filistin topraklarının yüzde 50,7’si sahiplerinden alınıp işgalcilere verildi. Elbette Filistin halkı bu kararı kabul etmedi. Bundan dolayı savaş başladı. Savaşta her tür vahşete başvuran siyonist çeteler, sistematik katliamlarla Filistin topraklarının bir kısmını daha işgal ettiler. Filistin’in şehir, kasaba ve köylerini yıkıp haritadan sildiler. 700 binden fazla kişiyi sürgün ettiler. Katliam ve etnik temizlik yaparak ele geçirdikleri toprakları yüzde 8’e çıkarttılar.
Gasp ettikleri Filistin toprakları üzerinde İsrail’i kuran siyonistler emperyalistlerin desteği sayesinde işgali bugüne kadar sürdürebildiler. Gazze’deki soykırımı da ABD ile batılı emperyalistlerin desteği ile sürdürebiliyorlar. Elbette bazı istisnalar dışında “Müslüman” devletlerin rezil sessizliği ya da siyonistlere atıp tutan ama Gazze’yi bombalayan jetlere yakıt taşıyan AKP-MHP türü rejimlerin utanç verici tutumları da soykırımcıların işini kolaylaştırıyor.
7 Ekim’de gerçekleştirilen “Aksa Tufanı” 76 yıldır devam eden bu acımasız işgale, zulme ve ırkçı rejime karşı biriken öfkenin patlamasıydı. Bu ezilen halkların direniş iradesinin kırılamayacağının da bir ispatıdır.
İsrail’in soykırım savaşı 8. ayında olmasına rağmen, Filistin halkının direnişi kararlılıkla devam ediyor. Zira sömürülen sınıflar gibi ezilen halklar da ancak direnişle özgürleşebilirler.