“Devrim büyük bir alt-üst oluştur. Başı ile sonu çok farklıdır. Baştaki durum, devrimin sonunda tanınmaz hale gelir. Yepyeni bir durum doğar.” diyor yazar. Devrim mücadelesini farklı belgeler, tanıklar ve verilere dayandırarak iliklerimize kadar hissettiriyor. Şu açık gerçeği gözler önüne seriyor. Dünyada iki sınıf var: Burjuvazi ve proletarya.
John Reed “Dünyayı Sarsan On Gün” adlı ünlü eserinin önsözünde, Ekim Devrimi’nden “serüven” olarak söz edilmesi üzerine şunları söyleme ihtiyacını hissetmişti: “Sovyet Hükümeti bir yıldan beri dayandığı halde Bolşevik İhtilali’nden hâlâ bir ‘serüven’ olarak söz edenler var. Evet, bu bir serüvendir ve insanlığın bugüne kadar giriştiği serüvenlerin en büyüğüdür; bu, emekçi yığınların önünde tarihe geçen, geniş ve basit istekleriyle her şeyi sarsan bir serüvendir.”
Her şey aynıydı. Şubat Devrimi gerçekleşmiş monarşiye karşı savaşan işçiler, köylüler, askerler açlık ve savaş düzeninden kurtulamamıştı.
Günler birbiri ardına makinelerin boğucu sesiyle sarsılıyor. Bombaların çıkardığı buğulu duman ve toz bulutları halkın geleceğini parçalıyor, köprüler yıkılıyordu. Yalın ayaklı baldırı çıplak askerler cephelerde ölüyor, halk bir parça ekmek ve süt için günlerce bekliyordu.
Rusya’da oluşan Geçici Hükümet burjuvaların gönlünce yaşadığı Kışlık Saray’da halkın tüm umutlarının, beklentilerinin üzerinde tepiniyor, soruları yanıtsız bırakıyordu.
Halkın yoksulluğu derinleşiyor; işçiler, köylüler, askerler hemen barış talep ediyor, ekmek istiyor, özgürlüğün ne zaman geleceğini soruyordu.
Menşevik ve Sosyalist Devrimciler Geçici Hükümet’in istekleri karşısında sessiz kalıyor, hızla güç kaybetmeye devam ediyorlardı. Burjuvaziyle iş birliği içinde devrimi ilerletme hayalleri sınıf mücadelesinin gerçekleri karşısında tuzla buz oluyor, işçi sınıfı ve köylülüğün yalnız Geçici Hükümet’e değil onları destekleyen bu partilere tepkisi artıyordu. Devrimin geleceğinin ne olacağı sorusunun cevabı ise belirsizliğini koruyordu.
Ta ki Finlandiya Garı’nda Lenin görülene kadar… Lenin’i karşılamaya gelen binlerce işçi, genç ve kadın Lenin’in konuşmasını bekliyor, beklenen günün yaklaştığına inanıyorlardı. Lenin başladı konuşmaya: “Sizlerin şahsında Rus devriminin galiplerini, dünya proleter ordusunun öncülerini selamlamakla mutluyum. Bu korsanca emperyalist savaş bütün Avrupa’da bir iç savaşın başlangıcıdır… Uluslararası sosyalist devrim başlamış bulunuyor… Bütün Avrupa kapitalizmi bugün yarın yıkılabilir, yapmış olduğunuz Rus devrimi yolu açmış, yeni bir çağın başlangıcı olmuştur. Yaşasın dünya sosyalist devrimi!”
Bu yarım kalmış bir serüvenin, yürekli devrimcilerde umutların yeniden çoğalması çağrısıydı. Şeker için bekleyen Olga, ekmek için bekleyen Anna, cephede savaşan İvan bu çağrıyla başladılar yeniden kavgaya. Burjuvazinin kavgaya davet ettiği devrimciler, “Bütün iktidar Sovyetlere!” silahıyla kuşandılar.
Bolşevikler işçi sınıfının iktidarı için örgütlenmeyi hiç bırakmadılar. Sovyet iktidarı fikrini yaymaya devam ettiler. Temmuzda başlayan işçi gösterileri bastırıldı önce. Sonra kara propagandayla Bolşevikler yasa dışı ilan edildi. Bolşevik liderler Alman ajanlığıyla suçlandı. Ama savaşa ve açlığa karşı yürümeyi sürdürdü Bolşevikler, işçiler, köylüler, askerler. Mücadele devam etti.
Bolşevikler ve işçiler “Vakit tamam ve bugün!” dediğinde takvim yaprakları 7 Kasım 1917’yi gösteriyordu. Kışlık Saray ve geçici hükümet teslim alındı. Olmuştu, iktidar artık işçi sınıfının elindeydi.
John Reed “Dünyayı Sarsan On Gün” adlı kitabında canlı tanıklığı ve akıcı diliyle Ekim Devrimi’ni günümüze aktarıyor. Lenin, bu kitabın devrimciler için önemli bir belge ve kaynak niteliği taşıdığını, devrimdeki ruhu aktarma gücüne sahip olduğunu söyler.
“Devrim büyük bir alt-üst oluştur. Başı ile sonu çok farklıdır. Baştaki durum, devrimin sonunda tanınmaz hale gelir. Yepyeni bir durum doğar.” diyor yazar. Devrim mücadelesini farklı belgeler, tanıklar ve verilere dayandırarak iliklerimize kadar hissettiriyor. Şu açık gerçeği gözler önüne seriyor. Dünyada iki sınıf var: Burjuvazi ve proletarya.
John Reed kimdir?
1887’de ABD’nin batısındaki Portland’da doğan John Reed, varlıklı bir aileden geliyordu. Harvard Üniversitesi’nde okudu. 1913’de sosyalist eğilimli Masses (Kitleler) gazetesinde yazmaya başladı. 1914’te devrimci mücadeleyi izlemek üzere Meksika’ya gitti. Kalemiyle Panço Villa’ya destek oldu. Grevleri desteklediği için ABD’de sık sık tutuklandı. I. Dünya Savaşı’nda savaş muhabirliği yaptı.
Rusya’da bulunduğu sırada Ekim Devrimi gerçekleşti. Lenin’in dostluğunu kazandı. Ekim Devrimi’nin ilk günlerini anlattığı “Dünyayı Sarsan On Gün” birçok dile çevrildi.
1918’de Sovyet Hükümeti başkonsolosu sıfatıyla ülkesine dönmesine karşın, ABD yönetimi bu görevi tanımadı. Amerikan Sosyalist Partisi’ne üye olan John Reed Ekim 1920’de Bakü Doğu Halkları Kurultayı’na katıldıktan bir ay sonra tifüse yakalanarak öldü. Kızıl Meydan’da toprağa verilen John Reed, oraya gömülü tek Amerikalı olma özelliğini bugüne kadar sürdürdü.