“Baharın, karın altından fışkırdığı bugünlerde içeride olmak, çiçek kokusunu alamamak, geniş yeşilliklerin güzelliğini görememek insanda anlatılması zor bir duyguyu yaratıyor. Ama bu duygu öyle karamsarlığın, yılgınlığın, bitkinliğin ve vazgeçmişliğin bir belirtisi olmuyor. Aksine, bu duygu beni daha biliyor, daha hırçınlaştırıyor, bir yerlerden uzaklaştırıyor, bir yerlere yakınlaştırıyor. “Ne yapmalı?” “Nasıl savaşmalı?” sorusuna cevaplar arıyorum günlerce.”
Erdan Eren’in annesine mektubundan…
Sinan, Erdal, Ercan…
70’li yılların sonunda “nasıl yaşamalı?” sorusuna yanıt arayan gençlerdi. Emperyalizmin dünyayı saran kara bulutları altında, dizginsiz baskıya maruz kalırken sömürü zincirlerini parçalamaya çalışan insanlığa umut ışığı olan, ölümden korkmayacak kadar yaşamı seven gençlerdi. Sinan, Ercan, Erdal kendilerinden önce idam sehpasına tereddütsüzce çıkan Deniz, ser verip sır vermeyen İbo, teslim olmayı reddeden Mahir gibi mücadele alanlarında yerlerini aldılar.
70’li yıllar toplumsal muhalefetin gittikçe güç kazandığı, dünya genelinde emperyalizme karşı, sömürüye karşı mücadelenin yükseldiği, milyonlarca işçi, emekçi ve gencin eşitlik ve özgürlük adına, sosyalizm uğruna mücadeleyi büyüttüğü yıllar. Türkiye’de de devrimci yükseliş yaşanıyor, işçiler hakları için grev ve direnişler örgütlerken, emekçiler açlığa karşı isyanda, gençlik tüm insanlığın kurtuluşu için sosyalizm şiarıyla devrimci mücadeleyi göğüslüyordu.
Devrimci yükseliş sermaye sınıfı ve onların emperyalist efendilerini rahatsız etti. Sermaye sınıfı ABD’ye uşaklıkta sınır tanımıyor, neo-liberal politikaları Türkiye topraklarında hayata geçirmek için fırsat kolluyordu.
12 Eylül 1980’de sokaklar postal sesleriyle doldu. Askeri darbe tüm karanlığı ile mücadelenin üzerine çöktü. Karanlık odalarda tezgahlanan askeri faşist darbeyle mücadele bastırılmak istendi. On binlerce insan gözaltına alındı, işkenceden geçti, fişlendi, idam edildi.
Bir davaya adanmış yüreğiyle Erdal Eren!
ODTÜ öğrencisi olan Sinan Suner, Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesiydi. 30 Ocak 1980 tarihinde MHP’li bir bakanın koruması tarafından vuruldu. Daha sonra yaralı halde polis otosunda saatlerce gezdirildi. İşkence yapıldı. Öldürüldükten sonra hastaneye bırakıldı. Sinan’ın katledilmesinin hesabını sormak için 2 Şubat’ta bir araya gelerek eylem gerçekleştirmek isteyen yoldaşlarına asker saldırır ve eylemde çatışma çıkar. Çatışmada bir asker ölür. Aralarında Erdal Eren’in de olduğu 24 kişi gözaltına alınır.
Eri öldürenin Erdal Eren olduğu söylenir. Hiçbir delile bakılmadan, kimse sorguya çekilmeden tarihin en kısa yargılamalarından biri gerçekleştirilir. Ailesinin yaşının küçük olduğuna dair beyanlarına rağmen yaş tespiti mahkeme tarafından yapılmaz. Erdal Eren idam cezasına çarptırılır.
Erdal küçük yaşına rağmen tıpkı kendinden önceki yiğit devrimciler gibi ölümü büyük bir sükunetle karşıladı. Mücadelesine, örgütüne olan bağlılığı, milyonlarca emekçiyi sefalete iten kapitalist düzenin yıkılarak değişmesi gerektiğine olan inancı tamdı. Erdal Eren sergilenen yargılama oyununun sonucunu biliyordu.
Bunu son mektubunda şöyle ifade etmişti: “…Ama çok açıklıkla söylüyorum ki benim moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir. Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim, yaşamaktan bıktığım şeklinde anlaşılmamalı. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım. Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkmamam, cesaretle karşılamam gerekir. Biliyorsunuz ki bu ceza işlediğim iddia edilen suçtan verilmedi. Asıl amaçlanan böyle bir olayla gözdağı vermek ve mücadeleyi engellemek hedefine dayalıdır.”
Bu idamla mücadeleyi yok edebileceklerini, tüm bir halka gözdağı vereceklerini sanan cellatlar yanıldılar. Erdal’ın katledilmesi yoldaşlarınca öfkeyle karşılandı. Erdal’ın hesabını sormak, sesini ve mücadelesini duyurmak için eylemler düzenlendi. Duvarlar Erdal’ın sözleriyle renklendi, köprüler mücadelesiyle renklere bulandı, sokaklar sesiyle yankılandı. Ercan Koca da bu eylemlere katılanlar arasındaydı. DTCF öğrencisi olan Ercan polis ve askerler tarafından kuşatıldı. Asılan pankartı indirmelerini söyleyen katillere karşı direndi. Polis ve askerlerin azgınca saldırısı sonucu beyin kanaması geçirdi. Ercan da tıpkı Sinan ve Erdal gibi ölümsüzler kervanına katıldı.
O, genç ve örgütlü bir komünistti!
“…Bütün bu yapılanlar, başımdan geçenler, kinimi binlerce kez daha arttırdı ve mücadele azmimi körükledi. Halka ve devrime olan inancımı yok edemedi. Mücadeleyi sonuna kadar, en iyi bir şekilde yürütmek ve yükseltmekten başka amacım yoktur.”
Kapitalizmle girdiği bu mücadeleyi ne pahasına olursa olsun kazanmak gerektiğine inanmış, örgütlü bir komünistti Erdal Eren. İdam sehpasında bile örgütlü mücadelenin meşruluğunu, işçilerin, emekçilerin özgürce yaşayabileceği bir dünyanın özlemini haykırdı.
Daha 17’sinde genç bir devrimciyken 13 Aralık’ta idam edilen, yaşamı köleleştirilmiş milyonlarca emekçi için mücadele ettiğinin bilincince olan Erdal Eren’in anısı önünde saygı ile eğiliyoruz. Katledilmesinin ardından 44 yıl geçmesine rağmen mücadele çağrısı hâlâ kulaklarımızda.