Kapitalizm ve kadın emeği

200 yılı aşkın tarihi boyunca kapitalizm kadını hem evde hem işte sömürmeye devam etmiştir. 200 yıl önce kadınlar çalıştıkları fabrikalarda tezgâh başında doğum yapıyor, bebeklerini yine tezgâh başında emziriyorlardı. Bugün çalışmak isteyen kadına belli bir süre doğum yapmayacağını garanti etmesi ya da evde çocuğuna bakarken çalışması dayatılıyor. 200 yıl önce ortak yaşam alanı olan evin tüm sorumluluğu kadının sırtındaydı. Bugün hâlâ öyle… Kapitalizm gelişiyor ama kadına dayattığı yaşam biçimi değişmiyor.

Cins ayrımcılığı, bir diğer ifade ile kadının ezilmişliği kapitalizmin egemenliğinin çok daha öncesine dayanır. Daha mülkiyet ilişkilerinin şekillenmeye başlaması ve sınıfların ortaya çıkışıyla birlikte kadının toplumsal yaşamda geri plana düşüşü ve erkek egemenliği başlar. O zamandan bu yana kadın hep ezilen bir cinstir. Toplum biçimlerindeki değişime bağlı olarak bu ezilmişliğin biçimi de zaman içinde değişmiş, fakat özü süregelmiştir.

Kapitalizm de feodal toplumdan devraldığı bu durumu kendi gerçekliğine, kendi sınıfsal ihtiyaçlarına uyarlayarak sürdürmüştür. Eşitlik-özgürlük-kardeşlik gibi şiarlarla kendi sınıf egemenliğini kuran burjuvazinin kadının toplumsal ezilmişliğine, kadın ile erkek arasındaki eşitsizliğe son vermesi beklenir. Ama tüm bunlardan sadece özgür sömürü ilişkilerini anlayan burjuva sınıf iktidarı, tıpkı kendinden önceki sınıflı toplumlar gibi kadınlar ve erkekler arasında doğal bir iş bölümünün olması gerektiği propagandasına sığınmıştır. Bu doğal iş bölümü safsatası zaten sınıflı toplumla birlikte çoktan doğal olmaktan çıkmış, kadının ikinci cins konumu için bir maskeye dönüşmüştür. Burjuvazi bu iş bölümünü ortadan kaldırmak bir yana onu kendi sınıfsal çıkarları için kullanır. Bunun gereği olarak bir yandan kadını toplumsal yaşamdan dışlarken, öte yandan ihtiyaç duyduğu her anda onu sömürülecek iş gücü olarak üretim sürecinin içine sokar. Bu yüzden burjuva devrimlerin başlangıcında kadınların oy hakları bile yoktur ama emekleri daha kapitalizmin bebeklik çağında sömürünün hedefindedir. Kapitalist ilişkilerin ilk şekillendiği dönemlerde İngiltere’de “parça başı ödeme” sistemi ile kırlarda kadın emeği sermaye birikiminin önemli bir kaynağıdır. İlerleyen dönemlerde ise kadınlar ve çocuklar çok ağır koşullarda madenlerde çalıştırılır. Ne ahlak umurundadır burjuvazinin ne de kadının sırtına yıktığı toplumsal sorumluluklar. İnsanlık dışı koşullarda çalıştırdığı kadın ve çocukların hayatı, yerine koyacak yenileri olduğu sürece burjuvaziyi ilgilendirmez. Makineleşmenin ve kitlesel üretimin gelişmesiyle bu tablo yaygınlaşarak devam eder. Özellikle tekstil ve dokumada ince parmakları ile kadınlar önemli bir iş gücü kaynağı olmuşlardır. Savaş dönemlerinde kadınların toplu şekilde üretim alanına sürülmesi, burjuvazinin “doğal iş bölümü”ne aslında nasıl kendi çıkarları üzerinden yaklaştığının bir başka göstergesidir.

***

Ama kapitalist sömürü kendisini sadece üretim alanında var etmez. Üretim alanındaki sömürünün devamlılığını sağlayabilmek için toplumsal yaşamın tüm alanlarını kendi ihtiyaçları çerçevesinde yeniden örgütler. Kapitalistler ihtiyaç duyduğunda kadını üretim alanına sürmekten elbette geri durmaz. Ama kadına biçilen öncelikli rol sömürünün devamlılığını sağlayacak “yeniden üretim”dir. Sömürülecek yeni işçi nesillerini yetiştirmek, evin dört duvarı arasındaki yaşamı örgütlemek kadının sorumluluğudur. Bunu yapmak için feodal toplumdan devraldığı toplumsal yargıları kullanırken zırnık utanması olmaz burjuvazinin. O sözde mücadele ettiği her türlü gerici yargılara yeniden biçim vermiş, kendi sınıfsal ihtiyaçlarına göre şekillendirmiştir yalnızca.

Tekniğin ve toplumsal ilişkilerin gelişimiyle birlikte kapitalizmin kadın emeğini sömürme alanları zenginleşir. Makineleşme kadın emeğinin üretim sürecine katılımını kolaylaştırır. Tabii ki ucuz iş gücü kaynağı ve yedek iş gücü ordusunun bir parçası olarak…

Tüm bunlar yaşanırken, burjuvazinin aklına kadının sırtındaki toplumsal sorumlulukları hafifletmek gelmez elbette. Evde “yeniden üretim” ile ilgili tüm sorumluluklar kadının sırtında bir kambur olmaya devam eder. Ne de olsa bu sorumluluklar kadınlara tarihin ve doğanın bir “miras”ıdır!

Marks Kapital’de vardiya sorununa değinirken, kapitalistin elinden gelse işçiyi 24 saat çalıştırmak istediğinden ama bunu yapamadığı için vardiya yöntemini geliştirdiğinden bahseder. Yani onun daha çok kârı için işçinin tek bir saniyesi bile boşa harcanmamalıdır. Aslında benzer bir mantığı kadının ev içi alandan çıkarılması süreci üzerinden görmek de mümkündür. Nasıl teknoloji geliştikçe işçinin bir makineye değil iki-üç-beş makineye bakması isteniyorsa, teknolojik imkanlarla ev içi işleri daha kısa zamanda yapmak mümkün olduğuna göre, kadın geriye kalan zamanını (eğer öyle bir zaman varsa!) kapitalistin doğrudan sömürüsüne sunmalıdır.

Özellikle bugün gündemde olan esnek üretim biçimlerinin bir kısmının “kadının çalışma yaşamına dahil edilmesi” misyonerliği ile pazarlanması bu anlayışın doğal bir uzantısıdır. Kısmi zamanlı çalışma, parça başı ücret, uzaktan çalışma yöntemleri aynı zamanda kadın emeğini çok daha yoğun bir şekilde sömürebilmek için atılmak istenen adımlardır.

Sonuç olarak, 200 yılı aşkın tarihi boyunca kapitalizm kadını hem evde hem işte sömürmeye devam etmiştir. 200 yıl önce kadınlar çalıştıkları fabrikalarda tezgâh başında doğum yapıyor, bebeklerini yine tezgâh başında emziriyorlardı. Bugün çalışmak isteyen kadına belli bir süre doğum yapmayacağını garanti etmesi ya da evde çocuğuna bakarken çalışması dayatılıyor. 200 yıl önce ortak yaşam alanı olan evin tüm sorumluluğu kadının sırtındaydı. Bugün hâlâ öyle… Kapitalizm gelişiyor ama kadına dayattığı yaşam biçimi değişmiyor.

*-*-*

Kadının ev içi emeği

Son yıllarda kadın emeği ile ilgili tartışmalardan biri ev içi emek tartışmasıdır. Kimi feminist akımlar kadının ev içinde harcadığı emeği “görünmez emek” olarak formüle ediyor ve ücretlendirilmesi gerektiğini söylüyorlar. Ev içinde kadın ile erkek arasındaki ilişkiyi sınıfsal bir ilişki, bir sömürü ilişkisi olarak görüyor; kadını işçi, erkeği patron olarak tanımlamaya kadar işi vardırıyorlar. Çözüm olarak ise erkeklerin ücretlerinden yapılacak kesintilerle oluşturulacak bir fondan kadınların ücretinin ödenmesini öneriyorlar.

Çok “parlak” görünen bu öneri ne yazık ki kapitalist sistemin kendi mantığını olduğu kadar kadının karşı karşıya kaldığı çifte sömürü ve ezilmişlik ilişkilerinin mahiyetini görmekten uzaktır. Toplumsal sonucu ise kadının, onu köleleştiren ev içi işlere daha çok mahkûm edilmesi olacaktır.

Feministlerin kavrayışına göre, sömürü ilişkisinin merkezinde, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayalı kapitalizm değil erkek egemenliği duruyor. Oysa kadını toplumsal yaşamın dışına iten kültürel birikim de, onun ev içinde harcadığı emeğin “sömürüsünü” koşullayan da mevcut kapitalist düzeninin kendisidir.

Her şeyden önce ev içi emeğin “görünmez” kılınmasının tüm sorumluluğu burjuvaziye aittir. Çünkü burjuvazi yeniden üretim sürecinin mekanizmalarını “doğal süreçlere” yani somutta kadınların sırtına yıkar. Böylece bu sorumluktan kurtulmuş olur.

Kaldı ki, çalışanın kim ev işini yapanın kim olduğundan bağımsız olarak, kapitalizm koşullarında işçilik ücreti, yapılan işin karşılığı değil işgücünün karşılığıdır. Ücret ertesi gün aynı işi yapmaya devam edebilmenin gereğidir. Beslenmesiyle, barınmasıyla, çocukların eğitimi ve bakımıyla ev içi emeği de kapsayan “yeniden üretim”in maliyeti aslında ücretin bir parçası olmak zorundadır. Sınıflar mücadelesinin bugünkü koşullarında işçi sınıfına dayatılan sefalet ücretleri ise bu sorunu çok daha yakıcı hale getirmiştir.

Ancak bunun da ötesinde aslolan bugün kadının sorumluluğu olarak görülen işlerin aslında birer toplumsal sorumluluk olduğu, toplumsal kurumlaşmalar yolu ile çözülmesi gerektiği bilincini güçlendirebilmektir. Bugün kapitalistler bu işleri bir toplumsal sorumluluk olarak görmüyor, kadının üzerine yıkıyorsa bunun başlıca nedeni daha önce de ifade ettiğimiz gibi bu işlerin kendisine yükleyeceği kamusal sorumluluktan kaçınmaktır. Ve bu da bir kez daha göstermektedir ki, kadının özgürleşmesinin önündeki en büyük engel yine kapitalist sömürü düzeninin kendisidir. Niyetten bağımsız olarak kadının ev içi emeğinin ücretlendirilmesi gerektiğini söylemek, paylaşılan bir yaşamın gereği olarak ortaklaşa yapılması ya da toplumsal kurumlaşmalar yoluyla çözülmesi gereken işlerin kadının sorumluluğunda olduğunu kabul etmek demektir.