Fiziksel engeller ve emeğin onur mücadelesi…

Bugün kapitalistler işçi sınıfının sadece fiziki iş gücünü sömürmekle, onu insanlık dışı çalışma ve yaşam koşullarına mahkûm etmekle kalmıyorlar. Onlara işçilerin fabrikada ya da çalışma alanında geçirdiği saatleri sömürmek yetmiyor. İşçi sınıfının bilincini de teslim almak, onun yaşamının 24 saatini kendi sefil kâr hırsları için kullanmak istiyorlar. En başta da söylediğimiz gibi bu hem onların kâr oranlarını artırabilmelerinin, sermaye birikimlerini kesintisiz bir şekilde sürdürebilmelerinin biricik koşulu. Hem de bu sayede insanlığı ve dünyayı kapitalizm belasından kurtaracak, insanca yaşanacak bir dünyayı kurabilecek tek güç olan işçi sınıfını güçten düşürüyorlar.

Kapitalizm üretim araçlarının özel mülkiyeti temelinde yükselir. Üretim araçlarının özel mülkiyeti bundan mahrum olan ve geçim araçlarını sağlamak için iş güçlerini satmaya mecbur bırakılan işçi sınıfı ve emekçilerin toplumsal köleliğinin temelidir. Bu kölelik hiçbir yerde üretim alanında olduğu kadar açık ve belirgin değildir. Üretim alanı iş yeri ve fabrika işçi için özgürlüğün fiilen bittiği yerdir. Fabrika, bir avuç asalak için muazzam servetlerin, işçiler için ise kitlesel sefaletin, bedensel ve zihinsel çürümenin üretildiği yerdir.

Üretim araçlarının özel mülkiyetini tekellerinde tutan kapitalistler sadece işçi sınıfının çalışma koşullarını belirleme gücüne sahip olmazlar. Onun bilincine ve manevi dünyasına da hükmeder, onu köleleştirir, toplumsal ve siyasal bilincini kendi sınıf çıkarları doğrultusunda şekillendirirler. Bu yanıyla çalışma koşulları, işçi sınıfı için sadece fiziki varlığının yıpranması ile ilgili sonuçlar üretmez. Onun kültürel, sosyal ve siyasal varlığının şekillenmesiyle ilgili sonuçlar da üretir.

19. yy’da, kapitalizmin ilk şekillendiği yıllarda kapitalistler işçi sınıfının sadece fiziki varlığı ile iş gücü kapasitesi ile ilgilendiler. Çünkü şekillenen bu yeni dünyada sermaye birikimi kol emeğinin ne kadar etkin ve yaygın kullanıldığı ile doğru orantılıydı. Sözde köylüyü toprak sahibinin boyunduruğundan kurtarmış, özgür işçileri yaratmışlardı. Ama bu özgür işçilerin yaşamak için tek şansı iş güçlerini günde 16-18 saate varan sürelerde kapitalistlerin hizmetine sunmaktı. Kadın ve çocuklar bile, tam da fiziki koşulları buna uygun olduğu için, küçük bedenleri ile dar alanlarda daha rahat hareket edebildikleri için madenlerde günde 16-18 saate varan sürelerde çalıştırıldılar. Kapitalizmin şekillendiği bu ilk dönemde yaşananlar kapitalistlerin sermaye birikimini artırmaktan başka hiçbir dertleri olmadığını, insani hiçbir değer taşımadıklarını tüm çıplaklığı ile ortaya serdi.

Kapitalistlerin fabrikalarda emekçileri toplayarak üretime kolektif bir nitelik kazandırmalarının aynı zamanda bambaşka sonuçlar da ürettiğini, iş gücünü satmak zorunda bırakılan emekçilerin bir sınıf haline gelmesini sağladığını da biliyoruz. Üretimin kolektif niteliğinin de bir sonucu olarak doğan bu yeni sınıf, işçi sınıfı, kapitalistlerin en büyük korkusu oldu. Kapitalistlerin yarattığı kendi mezar kazıcılarıydı.

Tam da bu nedenle o günden sonra kapitalistler üretim sürecini ve çalışma ilişkilerini düzenlerken ikili bir amaç taşıdılar her zaman. Bir yandan kârlarını sürekli olarak artırmak, sermaye birikimini yoğunlaştırmak için canlı insan emeğini sınırsızca sömürmek istediler. Diğer yandan ise işçi sınıfının kolektif bilincinin ve kimliğinin gelişimini engelleyecek önlemler almaya çalıştılar.

Kapitalizm geliştikçe, teknoloji ilerledikçe bu gerçek çok daha çıplak bir şekilde ortaya çıktı. Normal koşullarda gelişen teknolojinin ve üretim yöntemlerinin işçilerin çalışma koşullarını hafifletmesi gerekirdi. Ne var ki makineye bağımlı bu yeni çalışma biçimi işçi sınıfının çalışma koşullarını hafifletmek bir yana daha da ağırlaştırdı. Seri üretimle birlikte kapitalistler makinelerin hızını teknoloji geliştikçe sürekli artırırken işçiler için makinenin hızına yetişmeye çabalamaktan başka bir seçenek kalmıyordu. Makineler gelişiyor ama işçilerden artık bir makineye değil çok daha fazla sayıda makineye yetişmesi isteniyordu.

Bugün bu gelişmeleri çok daha hızlı bir şekilde yaşamaya devam ediyoruz. Çalışma sürelerini kısaltmanın, çalışma koşullarını insanca bir şekilde düzenlemenin koşulları her gün gelişmeye devam ediyor. Bunun yapılabilmesinin önündeki tek engel ise kapitalistlerin kâr hırsı ve üretim araçlarının özel mülkiyeti.

Teknoloji, insanlığın yaşamını kolaylaştırmak, işçi sınıfının çalışma koşullarını rahatlatmak için önemli bir imkân. Ama bu önemli bir imkân kapitalistlerin elinde kâr hırsı ile bir zulme dönüşüyor. Zira kapitalizm yaşadığı krizleri hafifletmenin, ötelemenin imkanlarını da bu sayede yaratıyor. Teknolojik gelişimle birlikte verimlilikte yaşanan sıçramalar kâr oranlarında sıçramaları da beraberinde getiriyor ve onlara nefes aldırıyor. Tabii ki işçi sınıfının daha fazla köleleştirilmesi pahasına… 20. yy’ın başlarında fordist üretim tekniğinin hayata geçirilmesi ile yaşanan bu oldu. Bugün Endüstri 4.0 adı altında yapılan tartışmaların, girişimlerin arkasında da aynı mantık yatıyor.

Ama sadece teknolojik gelişmeler de değil. Söz konusu olan kâr oranlarının düşmesine engel olma çabası olduğu oranda çalışma yaşamına ilişkin her türlü düzenlemeyi bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. 1970’li yıllarla birlikte neo-liberal politikalar etrafında çalışma yaşamına ilişkin yapılan düzenlemeler bu çerçevede özel bir önem taşıyor. Zira bu politikalar bugün halen çalışma yaşamını şekillendiren temel yasalar durumunda. Ve kapitalistler bu politikaları sadece üretim alanında yaptıkları düzenlemelerle değil, yapılan yasal düzenlemelerle, yani devletlerin tartışmasız desteği ile hayata geçirdiler. Belki de tarihin hiçbir evresinde devletlerin sınıfsal karakteri hiç bu kadar yalın bir şekilde ortaya çıkmamıştı. Neo-liberal politika sözde devletin ekonomiden elini çekmesini savunuyordu. Ama neo-liberalizm ekonomiden elini çekmesini istediği devletin kendi yolunu düzleyecek yasal düzenlemeleri yapmasını istemekten de geri durmuyordu.

Esnek üretim, taşeronlaştırma ve her türden güvencesiz çalışma biçimleri bu yeni dönemde kurulan çalışma rejiminin görünümleridir. Bu sayede işçilik ücretlerini düşürmenin, çalışma yaşamını kuralsızlaştırmanın önü sonuna kadar açılmıştır kapitalistler için. Atılan bu adımların işçi sınıfı için ortaya çıkardığı sonuçlar ise sadece fiziki çalışma koşullarının ağırlaşması değildir. Güvencesizlik kapitalistler için en ağır fiziki koşulları işçi sınıfına kabul ettirmek için önemli bir imkân olmuştur kuşkusuz. Ama bunun da ötesinde yol açtığı ekonomik yıkım ile işçi sınıfının yaşam koşullarını bütünüyle altüst etmiştir. Çalışma sürelerinin kısaltılması için mücadele etmesi gereken işçilerin bugün sırf geçinebilmek için fazla mesailere mahkûm edilmesi, ek işler peşinde koşmak zorunda bırakılması bu tablonun sonucudur. İşçilere bırakalım kendilerini geliştirecek zamanı ailelerine ayıracak zaman bile bırakmayanların ise daha fazla kâr elde etmek dışında hiçbir düşüncesi yoktur. Taşeronlaştırma başta olmak üzere üretim sürecini bölüp parçalayan düzenlemeler ise işçi sınıfının örgütlenmesinin ve birlikte mücadelesinin önünde, onun bir sınıf olarak toplumsal mücadele sahnesine çıkmasının önünde önemli bir engele dönüşmüştür. Kapitalistler bu düzenlemelerle hem kârlarına kâr katmaya devam etmiş, daha da önemlisi işçi sınıfını güçten düşürme hedefleri doğrultusunda önemli sonuçlar elde etmişlerdir. Bunlara 5S, Kayzen gibi üretim sürecinde işçilerin zihnini de teslim alan yöntemleri eklediğinizde hayata geçirilen çalışma rejiminin işçi sınıfının örgütlenme ve mücadelesinin önünde nasıl bir engele dönüştüğü çıplak bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Bugün kapitalistler işçi sınıfının sadece fiziki iş gücünü sömürmekle, onu insanlık dışı çalışma ve yaşam koşullarına mahkûm etmekle kalmıyorlar. Onlara işçilerin fabrikada ya da çalışma alanında geçirdiği saatleri sömürmek yetmiyor. İşçi sınıfının bilincini de teslim almak, onun yaşamının 24 saatini kendi sefil kâr hırsları için kullanmak istiyorlar. En başta da söylediğimiz gibi bu hem onların kâr oranlarını artırabilmelerinin, sermaye birikimlerini kesintisiz bir şekilde sürdürebilmelerinin biricik koşulu. Hem de bu sayede insanlığı ve dünyayı kapitalizm belasından kurtaracak, insanca yaşanacak bir dünyayı kurabilecek tek güç olan işçi sınıfını güçten düşürüyorlar.

Sonuç olarak, insanca çalışma koşulları için verdiğimiz mücadele sadece üç kuruşu beş kuruş yapmak için, sadece ağırlaşan yaşam koşullarını bir nebze de olsa hafifletmek için önem taşımıyor. İşçi sınıfının bugün içine hapsedildiği kölelik zincirlerini parçalamasının, kendisi için bir sınıf haline gelmesinin yolu da bu mücadeleden geçiyor.

*-*-*

İşçi sınıfının, kendi sınıf çıkarlarının bilincine varması ve emeğin kurtuluşu uğruna verdiği mücadelede savaşma gücünü ve yeteneğini yükseltebilmesi için, fiziksel ve moral yozlaşmadan kendini koruması gerekir. Bu nedenle, çalışma koşullarına dair talepler uğruna mücadele etmesi hayati önemdedir.
7 saatlik iş günü, 35 saatlik çalışma haftası. Sağlığa zararlı ve tehlikeli işlerde azami 5 saatlik iş günü.
Kesintisiz iki günlük hafta tatili. 6 haftalık yıllık ücretli izin.
Her türlü fazla mesainin yasaklanması.
Teknik nedenlerle ya da toplumsal hizmetlerin gerektirdiği zorunlu durumlar dışında, gece çalışmasının (22.00-06.00 arası) yasaklanması. Zorunlu gece çalışmasında 4 saatlik iş günü ve artı ödeme.
Kadın işçilerin kadın, ana ve çocuk sağlığına zararlı işlerde çalıştırılması yasağı. Doğumdan önce ve sonra 3’er aylık ücretli izin, tıbbi bakım ve yardım. Kadınların çalıştığı tüm işyerlerinde kreş ve emzirme odaları.
14 yaşından küçük çocukların çalıştırılmasının yasaklanması. 14-18 yaş arası çocuklar için maddi üretimin genel ve mesleki eğitimle birleştirilmesi. 16-18 yaş arası için 4 saatlik, 14-16 yaş arası için 3 saatlik iş günü.
Orta çağdan kalma bir yarı-feodal uygulama olan çıraklığın tasfiyesi.
İş güvenliğine ve sağlıklı çalışma ortamına ilişkin teknik ve sıhhi düzenleme ve önlemler. Bunun işyeri temsilciler kurulu ve sendikalar tarafından sürekli denetimi. İşçi temsilcilerinin yönetiminde, teknik ve sağlık uzmanlarından oluşan iş müfettişliği.
Esnek üretim, prim, parça başı, akord vb. çalışma sistemlerinin ve taşeronlaştırmanın yasaklanması.