AKP düzeni işçi sınıfının mücadelesiyle aşılacak!

Geçtiğimiz günlerde AKP iktidarı işçi sınıfına karşı iki önemli alanda geri adım atmak zorunda kaldı. “Seçim kaybetsek de çıkartmayacağız” denilen EYT yasasının çıkarılacağı bizzat Cumhurbaşkanı tarafından açıklandı. Elbette bu adımın atılmasında yaklaşan seçim süreci önemli bir faktör oldu. Ama bunu esas olarak EYT’lilerin yürüttüğü kararlı mücadele sağladı. Aynı dönemde greve giden Birleşik Metal-İş üyesi Bekaert işçileri de grevlerini yasaklayan kararnameye rağmen, anlaşma sağlanıncaya kadar eylemlerini fiilen sürdürdüler. AKP iktidarı 18 gün süren greve müdahale etme gücünü kendinde bulamadı. Böylece baskı ve zorbalık politikalarıyla ayakta kalan ve grev yasaklarıyla övünen tek adam rejiminin duvarında önemli bir gedik açılmış oldu.

Uyguladığı sosyal yıkım politikalarına rağmen AKP çok partili sistemin en uzun süre iktidarda kalan partisi oldu. Bu başarının gerisinde ne olduğuna ilişkin birçok neden arandı. Muhalefetin çapsızlığı, 12 Eylül’den bu yana toplumda yaşanan çürüme ve yozlaşma, dinsel gericiliği kullanma becerisi, uluslararası gelişmelerin sağladığı imkanlar vb. Kuşkusuz tüm bunlar AKP iktidarının 20 yıl boyunca ülkeyi keyfince yönetmesinde önemli bir rol oynadı. Ama onun esas şansı, karşısında güçlü bir işçi hareketi olmamasıydı.

12 Eylül ile birlikte önemli bir dağılma yaşayan işçi hareketi, sonrasındaki tüm toparlama çabalarına rağmen birleşik hareket karakterini kazanamadı. 2000’li yıllara gelindiğinde, en güçsüz dönemlerinden birini yaşıyordu. Arada ortaya çıkan kararlı mücadele arayışları, grev ve direnişler genel bir karakter kazanamadığı için, işçi hareketinin içinde bulunduğu cendereden çıkmasını sağlayamadı. AKP’nin ardı arkası kesilmez sandık başarıları tam da bu koşullarda yaşandı. Sendikaları sermaye sınıfı tarafından bürokrasi eliyle gaspedilmiş, örgütlülük düzeyi geriletilmiş, başta örgütlenme hakkı olmak üzere her türlü demokratik istemi bastırılmış işçi sınıfı, bu tablonun da ürünü olarak her türlü gerici ideolojinin etkisine açık hale getirildi.

AKP iktidarı döneminde esnek, güvencesiz, taşeron çalışma kural haline getirildi. Sosyal haklar tırpanlandı. İşçi sınıfının büyük bir bölümü, açlık sınırı demek olan asgari ücretle çalışmak zorunda bırakıldı. Özelleştirmeler, eğitim ve sağlığın ticarileştirilmesi, kamu fonlarının kapitalistlerin yağmasına açılması gibi neoliberal adımlar tamamlandı. Bu ağır sosyal yıkım saldırılarına gerici ideolojik saldırılar eşlik etti. Dinsel ve etnik önyargıların kışkırtılmasıyla yaratılan bölünmeler, tüm toplumu ağır ve bunaltıcı bir atmosfere hapsetti. Böylece emekçiler hareket edemez hale getirildi. En sıradan demokratik hak ve özgürlükler yok sayıldı.

Burjuva hukuku defalarca alenen çiğnendi. Sosyal ve kültürel sonuçları ile birlikte toplum ağır bir yıkım ile karşı karşıya bırakıldı. Bugün harabeyi andıran ülke görünümü böylelikle oluşturuldu.

Yaklaşan seçimler milyonlarca insana, bu bunaltıcı atmosferden, bu baskı ve zorbalık rejiminden çıkış için önemli bir fırsat olarak görünüyor. Çalışma ve yaşam koşulları ağırlaşan birçok işçi ve emekçi bu seçimleri köprüden önceki son çıkış olarak görüyor. Bu yüzden yaklaşan seçimlere bel bağlıyor.

Elbette AKP-MHP karanlığı dağıtılmalıdır. Bu herkesten önce gerici iktidarın yol açtığı yıkımı doğrudan yaşayan işçi sınıfı için vazgeçilmez bir hedef olmalıdır. Ancak bunun, yapılıp yapılmayacağı bile belli olmayan seçimler yoluyla gerçekleşeceğini düşünmek safça bir aldanmadır. Aynı şey diğer düzen partilerinin sorunlarımıza çözüm bulacağı düşüncesi için de söylenebilir.

AKP-MHP karanlığı ancak işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesiyle püskürtülebilir. Aralıksız ekonomik ve sosyal yıkım dalgaları, yasa-kural tanımaz saldırılar ancak fiili-meşru çizgide bir mücadeleyle aşılabilir. Dolayısıyla, bugün işçi sınıfı ve emekçilerin önünde duran temel görev, seçim sandıklarını beklemek değil, yakıcı bir biçimde hissedilen talepler için birleşmek ve mücadeleye girişmektir. 20 yılda inşa edilen bu işçi düşmanı rejimi gerçekten alt etmek ancak bu yolla mümkün olabilir. Sınıf mücadelelerinin tarihsel ve güncel örneklerinin bize gösterdiği en temel gerçek budur. İşçi sınıfı seçim sürecine bu bakış açısıyla yaklaşmalı, düzen partilerinin hiçbirinden medet ummamalıdır. Kendi gücüyle davranmalı, kendi bayrağı altında mücadele yürütmelidir.