Demokrasi kavramı üzerine…

Kapitalist toplum çıkarları birbirine taban tabana zıt iki sınıftan oluşur. Bu düzende üretim araçlarının ve zenginliklerin ezici bir bölümü burjuvazinin elindedir. İşçi sınıfı ve emekçilerse çalışarak yarattıkları muazzam zenginliklere rağmen yokluk ve yoksunluk içinde yaşarlar. Sermaye sınıfı yalnızca ekonomik ve mali gücü değil siyasal gücü de elinde tutar. Tüm tarafsızlık iddiasına rağmen devlet de sermaye sınıfının çıkarlarının bekçisidir. Ordu, polis, bürokrasi, parlamento, hükümet, mahkemeler, hapishaneler, tümü bir arada bu sınıfın zor ve baskı aygıtını oluştururlar. Yasalar son tahlilde sermaye düzeninin çıkarlarını korurlar. İşçi ve emekçilerin sahip olduğu haklar çoğu zaman biçimseldir. Ve bu haliyle bile kullanılmasının önünde birçok engel vardır.

Demokrasinin Yunanca’da halk anlamına gelen “demos” ile egemenlik anlamına gelen “kratos” kelimelerinden türetilmiş olduğu ve “halk egemenliği” manasına geldiği söylenir. Gerçekte ise burjuva demokrasisi burjuvazinin sınıf egemenliğinin yalnızca bir biçimidir. Ve iddia edildiği gibi halkın kendi kendisini yönetmesine değil, burjuvazinin emekçiler üzerindeki sınıfsal egemenliğinin bazı temsili mekanizmalar üzerinden görünmez kılınmasına dayanır. Anayasa ve yasaların varlığı, yönetici organların görünürde seçimle iş başına geliyor olması, işçi sınıfı ve emekçilerin kendi mücadeleleriyle kazandığı oy hakkı; düşünce, toplantı, örgütlenme, basın özgürlüğü, adil yargılanma hakkı, sendikal örgütlenme vb. hakların iğreti olsa da yasalarda yer alıyor olması, sistemin demokratik niteliğine kanıt olarak sunulur.

Belli dönemlerde yenilenen seçimler, arada yapılan anayasa ve yasa değişiklerinin referanduma sunuluyor olması, kitlelerde “bizi yönetecek olanları ve yasaları biz belirliyoruz” yanılgısına yol açar. Bu yanılgı bir yandan, üretim araçlarının sahibi olan burjuvazinin siyasal iktidarın da sahibi olduğu gerçeğini gizlemeye yarar. Öte yandan, nüfusun çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfı ve emekçilerin sistemi onaylaması da sağlanmış olur.

Kapitalist sistemin ve burjuva demokrasisinin sırrı, fabrikada gerçekleşen sömürünün mekanizmalarıyla siyasal yaşam arasındaki ilişkiyi belirsizleştirmesinden gelir. Böylece kitlelerin bunları birbirinden bağımsız şeylermiş gibi algılaması sağlanır. Bu sayede, derin eşitsizliklerin ve azgın sömürünün yaşandığı koşullarda dahi burjuva demagoglar, eşitlik ve özgürlükten söz etme, sanki toplum aynı haklara sahip bireylerden oluşuyormuş gibi halkın kendi kendisini yönettiğinden dem vurma imkanını yakalarlar.

Önümüzdeki sayıda, kapitalist sistemin bunu nasıl ve hangi mekanizmalar üzerinden başardığını, tüm bunlara rağmen işçi sınıfı ve emekçilerin neden demokratik hak ve özgürlükler için mücadeleden vazgeçemeyeceğini işleyerek, konuya devam edeceğiz.