Demokrasi kavramı üzerine-2 / Demokrasi ve devlet

Sadece günümüzün kapitalist devleti değil, ortaya çıktığı andan itibaren her devletin temel işlevi bu olmuştur. Somut bir biçim olarak devletin ilk ortaya çıkışı, toplumun farklı çıkar ve sınıflara bölünmeye başladığı tarih öncesi dönemlere kadar uzanır. Birçoğumuzun sandığının aksine, insanlık her zaman bir devlet çatısı ve gücü altında yaşamamıştır.

Çoğumuzun gözünde devlet, düzeni ve adaleti tesis eden, tek tek bireylerin ya da zümrelerin değil toplumun ortak çıkarını gözeten, kanunları tüm toplum adına uygulayan bir güçtür. Oysa, yazımızın ilk bölümünde de belirtiğimiz gibi, sınıflara bölünmüş toplumlarda devlet hâkim sınıfın diğer sınıflar üzerindeki baskı aracıdır. Yaşadığımız her türlü gündelik sorunda, özellikle de haklarımız için mücadele etmeye başladığımızda bu somut gerçekle sıkça karşı karşıya geliriz.

Hemen her işçi, devletin zenginleri kayırdığını, çıkar gruplarını kolladığını, iddianın aksine kanunlar önünde herkesin eşit olmadığını kendi özdeneyimleri üzerinden iyi kötü bilir. Ama gene de tüm bunları, devlet mekanizmasının kendisinden çok, devlet içinde örgütlenmiş kişi ya da gruplara bağlar. Oysa ortada tüm toplumun çıkarlarını temsil ettiğini iddia eden bir devlet mekanizması bulunmasına rağmen sömürü, baskı ve adaletsizliğin sürmesi, her devletin aslında bir sınıf devleti olduğu gerçeğinden kaynaklanır. Kısaca ifade etmek gerekirse, içinde yaşadığımız toplumda devlet burjuva sınıfın devletidir. Ve temel işlevi bu sömürü sisteminin sürekliliğini sağlamaktır.

Sadece günümüzün kapitalist devleti değil, ortaya çıktığı andan itibaren her devletin temel işlevi bu olmuştur. Somut bir biçim olarak devletin ilk ortaya çıkışı, toplumun farklı çıkar ve sınıflara bölünmeye başladığı tarih öncesi dönemlere kadar uzanır.

Birçoğumuzun sandığının aksine, insanlık her zaman bir devlet çatısı ve gücü altında yaşamamıştır.

İnsanların sadece kendi ihtiyaçları için üretim yaptığı ilkel dönemlerde insan toplulukları, bir arada yaşamalarına rağmen kural koyup baskı uygulayan devlet türü bir yapıya ihtiyaç duymamışlardır. Yapılması gereken ortak işler, topluluk yaşamını düzenleyen kurallar, herkesin katıldığı ortak meclisler vasıtasıyla belirlenip hayata geçirilmiştir. Üretimin gelişmesi, topluluğun ihtiyaçlarını aşan bir büyüklüğe ulaşmasıyla bu düzen bozulmuştur.

Ortaya çıkan artı ürün, zamanla bunun başka ürünlerle değiştirilmeye başlanması, topluluk içerisinde işbölümüne yol açmıştır. Böylelikle tarihte ilk kez, üretimle değil yalnızca artı ürünün paylaşımı ve değişimi ile uğraşan, üretime katılmadan onu yöneten ve denetleyen, bu sayede üreticileri hem ekonomik hem de yönetsel bakımdan egemenliği altına alan bir sınıf oluşmuştur. İşte o zaman bugünkü modern devletle aynı işlevi yerine getiren mekanizmalar ortaya çıkmıştır. Devlet, toplumun sınıflara bölünmesinin, ezen-ezilen/sömüren-sömürülen ilişkisinin ortaya çıkmasının ürünüdür. Bu ilişkilerin yol açtığı çatışmaları dengeleme ihtiyacının ürünü olan devlet, “ekonomik bakımdan egemen olan”, bu sayede “siyasi bakımdan da egemen” duruma gelen sınıfın, ezilen sınıfı sömürmesinin ve boyunduruk altında tutmasının aracı haline gelmiştir.

O tarihten bu yana devlet ve ona bağlı mekanizmalar gelişip değişmiştir. O günün ilkel devlet yapılarının yerini bugünün çok daha komplike, binlerce profesyonel yöneticiyi istihdam eden devasa aygıtlara sahip yapıları almıştır. Ama devletin temel misyonu, her durumda iktisadi ve siyasi olarak egemen sınıfa ait olma misyonu varlığını bu günlere aynı biçimde taşımıştır.

(Devam edecek…)