İşçi sınıfı Van’da yaşanan süreçten ne ders çıkarmalı?

Çok açık ki saray iktidarı önümüzdeki süreçte işçi sınıfına ve emekçi kitlelere dönük sosyal yıkım saldırılarını yoğunlaştıracaktır. Bu saldırıları uygulayabilmek için de baskı ve terörü artıracak, demokratik hak ve özgürlüklerimizi gasp etmek isteyecektir. Bu saldırıları püskürtmek için ihtiyacımız olan şey, kararlı bir mücadele ile her dil, din ve milliyetten emekçiler arasında kurulacak bir mücadele köprüsüdür. Van’daki hak gaspına karşı sergilenen tutum bu köprünün inşa edilebileceğini, buradan kazananın emekçiler olacağını ortaya koymuştur.

31 Mart seçimlerinde yenilgi yaşayan AKP iktidarı, seçimlerin üzerinden daha 48 saat geçmeden bir saldırı denemesinde bulundu. Van Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na halkın çoğunluğunun oylarıyla seçilen DEM parti adayı Abdullah Zeydan’ın başkanlığı gayri hukuki gerekçelerle elinden alınmaya çalışıldı.

Adalet Bakanlığı’nın itirazı ile gerçekleşen bu olayın AKP açısından bir deneme olduğu açıktır. Yıllardır seçilen adayları görevinden alan, yerine kayyımlar atayan AKP iktidarının seçimin hemen ardından gerçekleştirdiği bu girişimi bu sefer sert kayaya çarptı. Yalnız seçim iradesi gasp edilen Van halkı değil tüm bölge halkı ayağa kalktı. Kitlelerin direnci ve dayanışması karşısında burjuva düzen partilerinin temsilcileri, hatta bazı AKP’liler bile yaşananlara tepki göstermek zorunda kaldı. Gösterilen topyekün direnişin ardından iktidarın yargı aparatı geri adım atarak, mazbatayı seçilmiş belediye başkanı Abdullah Zeydan’a vermek zorunda kaldı.

Bu saldırının geri püskürtülmesi sarayın baskı politikalarına karşı mücadele eden güçler için önemli bir moral kaynağı olmuştur. Bu moral kazanım önemli olmakla birlikte, hiçbir şekilde kolay beklentilere yol açmamalıdır. Zira mevcut koşullardan kaynaklı geri adım atan saray iktidarı ilk fırsatta yeni saldırılara yönelecektir. Eğer yeterince hazırlıklı olunmazsa yeni saldırıları püskürtmek daha zor olacaktır.

Van’daki süreçten işçi sınıfı ve emekçilerin de çıkaracağı önemli sonuçlar vardır. Bunlardan ilki şudur: Van halkı ve toplumsal muhalefet AKP-MHP iktidarının pervasız saldırılarına karşı ne yapılması ve nasıl yapılması gerektiğini göstermiştir. Bu iktidarın anladığı dil budur. Onun saldırılarına karşı koymak ancak bedel ödemeyi göze alan dişe diş mücadelelerle mümkündür.

İkinci mesele bundan daha önemlidir. Kürt sorunu bugüne kadar sınıfın birliğini parçalayan, mücadelesini saptıran bir gündem olarak egemenler tarafından kullanılagelmiştir. Kürt halkının meşru demokratik talepleri sürekli baskı ve zorbalıkla ezilmiş, Türk işçi ve emekçiler ise sözde “vatanın bölünmezliği” vb. gerekçelerle bu politikalara alet edilmiştir. Oysa bu politikaların esas amacı içinde yaşadığımız baskı ve sömürü düzeninin bekasını sağlamaktan başka bir şey değildir. DEM Parti’nin ya da Kürt hareketinin zaaf ve yanlışları elbette eleştirilebilir. Ama Türkiyeli emekçiler barış içinde kardeşçe bir arada yaşamak, sermayenin ve siyasal iktidarın saldırılarına karşı omuz omuza mücadele etmek istiyorlarsa, yapmaları gereken birbirlerinin demokratik haklarına saygı göstermektir. Haksızlıklara ve adaletsizliğe karşı birlikte mücadele etmektir. Birliğe ve kardeşliğe, sömürücülere karşı mücadele ortaklığına giden yol buradan geçmektedir. Bu açıdan batıdaki emekçilerin önemli bir kesiminin bu irade gaspına karşı gösterdiği ortak tutum halklar arasında bir arada yaşamanın ve mücadele etmenin imkanlarını çoğaltmıştır.

Çok açık ki saray iktidarı önümüzdeki süreçte işçi sınıfına ve emekçi kitlelere dönük sosyal yıkım saldırılarını yoğunlaştıracaktır. Bu saldırıları uygulayabilmek için de baskı ve terörü artıracak, demokratik hak ve özgürlüklerimizi gasp etmek isteyecektir. Bu saldırıları püskürtmek için ihtiyacımız olan şey, kararlı bir mücadele ile her dil, din ve milliyetten emekçiler arasında kurulacak bir mücadele köprüsüdür. Van’daki hak gaspına karşı sergilenen tutum bu köprünün inşa edilebileceğini, buradan kazananın emekçiler olacağını ortaya koymuştur.