Sermaye kemeri boğazımızda sıkma arayışında…

301 madencinin hayatını kaybettiği Soma’da bir maden işçisine neden ölümü göze alarak madenlere indikleri sorulduğunda, “Aşağıda ölüm, yukarıda açlık var. Ölüm belki, açlık kesin!” diyordu. Şimdi ise sermaye işçi sınıfına açlıktan ölüm garantili bir yıkım programı dayatıyor.”

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek 13 Mayıs’ta, yani Soma katliamının onuncu yılında kamuda tasarruf paketini açıkladı. Onun hemen öncesinde ise Merkez Bankası 2024 yılı için ikinci enflasyon raporunu açıklamıştı. Yapılan açıklamalara inanmak isteyen olursa, iktidar elindeki tüm “imkanlar”la enflasyonu düşürmek için çalışıyor!

Ancak yapılan açıklamalar gösteriyor ki, üniversite diploması olup olmadığı şaibeli olsa da kendisini ekonomist ilan eden reisi-cumhurun maliye bakanı da ekonomiden ancak onun kadar anlıyor. Önce Nas’ı, “faiz sebep, enflasyon sonuç” söylemini rafa kaldırdılar. Şimdi de emperyalist finans merkezlerine göz kırparak iş başına getirdikleri Şimşek’in dilinden “yüksek ücretler sebep, enflasyon sonuç” masalını anlatıyorlar.

Merkez Bankası raporundan başlayalım. Rapor, mayıs ayında enflasyonun yüzde 78 ile zirveye çıkacağını, ardından ise düşüş eğilimine gireceğini, nihayet 2026 yılında tek haneli rakamlara ulaşacağını öngörüyor. Elbette bu rakamlar yalancı TÜİK verilerine dayalı “resmi” enflasyon öngörüleri.

Raporun açıklandığı basın toplantısında asgari ücret ile ilgili soruyu ise Merkez Bankası Başkanı Karahan yanıtladı. Kendilerinin asgari ücretin belirlenmesinde bir taraf olmadıklarını ama tüm hesaplamalarını asgari ücrete zam yapılmaması öngörüsü üzerine kurduklarını söyledi. Yapılacak her artışın enflasyon oranlarını yükselteceğini iddia etti. Zaten birkaç hafta önce de bu çerçevede hükümete bir mektup göndermişlerdi.

Hem Maliye Bakanı Şimşek hem Merkez Bankası Başkanı Karahan’ın “yüksek ücretler enflasyona neden olur” masalı aslında kendilerinin icadı değil, burjuva iktisat teorisinin temel amentülerinden biridir. Bu teoriye göre ücretler artarsa talep artar, talep artarsa fiyatlar artar, dolayısıyla da enflasyon yükselir. Ancak bu beylerin bilerek ve isteyerek üzerinden atladıkları bir gerçek var ki, o da fiyat etiketlerinin sadece birer görüntü olmasıdır. Sorun sadece etikette yazan rakamlar değildir. Milyonlar en temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamakta bile zorlanırken, terazinin diğer kefesinde sermayenin sürekli büyümeye, kârlarını katlamaya devam etmesidir. Daha yalın bir ifade ile, sadece son yedi yılda ücretli çalışanların milli gelirden aldığı payın yüzde 40’ların üzerinden yüzde 30’ların altına düşmesidir örneğin. Bu gerçek soruna karşı en ufak bir çözüm önerileri yok bu beyefendilerin. Zira öyle bir dertleri yok.

Şimşek tarafından açıklanan tasarruf paketi de öyle bir niyetlerinin olmadığının en çarpıcı göstergelerinden biri. Alınacak önlemlerle 100 milyar lira civarında bir tasarruf gerçekleştirileceğini öngörüyor maliye bakanı. Ama alınacağı söylenen önlemlerin önemli bir bölümü, ödediğimiz vergilerle oluşan devlet bütçesinin nasıl çarçur edildiğini, israfın boyutlarını göstermekten başka bir işe yaramıyor. Araç, kâğıt, aydınlatma, hatta kuruyemiş harcamalarında tasarruf öngörüyor bakan Şimşek. Ama örneğin, kamu-özel ortaklığı ile inşa edilen otoyol ve köprülere yapılacak 160 milyarı aşan garanti ödemelerin adını bile anmıyor. Ya da dolaylı ve dolaysız vergilerle işçilerin, emekçilerin belini bükerken sermayeye sağladıkları 2 trilyon liranın üzerindeki vergi muafiyetinden hiç bahsetmiyor. En iyimser tahminlerle bu yıl sonunda bütçe açığı 3 buçuk trilyon liranın üzerinde olacak. Ve bunun önemli bir bölümü aslında sermayeye yapılan servet transferinden kaynaklanıyor.

Tablo bu kadar açıkken ücretlerdeki artışın enflasyonu arttıracağını söylemek ve milyonlarca işçi ve emekçinin asgari ücrete zam beklentisini baskı altına almaya çalışmak, en yalın ifadeyle işçi düşmanlığıdır. Krizin faturasını emekçilere ödetme, kemeri emeği ile geçinmeye çalışan milyonların boğazında sıkma arayışıdır.

301 madencinin hayatını kaybettiği Soma’da bir maden işçisine neden ölümü göze alarak madenlere indikleri sorulduğunda, “Aşağıda ölüm, yukarıda açlık var. Ölüm belki, açlık kesin!” diyordu. Şimdi ise sermaye işçi sınıfına açlıktan ölüm garantili bir yıkım programı dayatıyor.

Onlar işçi sınıfını açlık sınırının altında ücretlere mahkûm etmeye kararlı olabilirler. Ama bizler de krizin faturasını ödemeyi reddetmeli, insanca yaşamaya yeten bir ücret için mücadeleyi büyütmeliyiz.