“Durum çok açık ve nettir: Krizin faturasına ve faşist baskıya geçit vermemek için harekete geçeceğiz. Direnişlerle dayanışacak, onları büyüteceğiz. Bir araya gelecek, sınıf kardeşlerimizi harekete geçirmek ve örgütlenmek için adım atacağız, faaliyet yürüteceğiz. Mücadelenin sokak ayağını öreceğiz ve mitinglerde bir araya geleceğiz. “Biz ne yapabiliriz ki?” demeyeceğiz. Bu saldırılara geçit vermemek bizim elimizde. Güçlü olan biziz, mücadele edersek kazanacağız.”
Asgari ücret tartışmaları tekrar kızışmaya başladı. Asgari ücrete Temmuz’da ve Eylül’de zam yapılmadı. Saray rejiminin ekonomi dümenini tutan Mehmet Şimşek sözde enflasyonla mücadele ettiklerini söylüyor ama açık ki tüm gayeleri biz işçi ve emekçilerin alım gücünü düşürmektir. Artan vergilerle bizleri iyice soymak ve buradan sermaye sınıfına yeni kaynaklar yaratmaktır.
Diğer taraftan TÜİK’in enflasyon oyunları ile gerçeklik ters yüz edilmeye çalışılıyor. Erdoğan’ın “asgari ücretliyi enflasyona ezdirmedik” tezinin kabul görmesi için bunu da yapmak zorundalar. Gerçek enflasyonun ne olduğunu görmek için ise alım gücümüzün durumuna bakmak yeterli.
Açlık sınırı 20 bini, yoksulluk sınırı 70 bini geçmiş bulunuyor. İşçilerin yüzde 60’ını asgari ücret düzeyine mahkûm ettiler. Asgari ücret artık ortalama ücret durumunda. Durum bu iken, yoksullukla mücadele edildiğini iddia etmek, gelecek daha güzel günler için ikide bir tarih vermek tam bir aymazlıktır, bizimle dalga geçmektir.
Bu düzen emek hırsızlığına dayanıyor. Karşılığı ödenmemiş emeklerimiz üzerinden büyüyen sermaye sınıfı elbette bizlere düşük ücretleri dayatacaktır. Uluslararası sermayeyi ülkeye çekmek için düşük ücretleri reklam malzemesi yapan siyasal iktidar da elbette bu politikayı uygulamaya çalışacaktır. Onların serveti bizlerin sefaleti üzerinden yükseliyor. Bizlerin kaybetmesi onların kazanması anlamına geliyor. Bizlerin yaşanabilir bir ücret alması ise açgözlü kapitalistlerin kârlarının azalması demektir.
Asgari Ücret Tespit Komisyonu masaları da göstermelik olarak kurulmaktadır. Sermaye temsilcileri, hükümet yetkilileri ve sözde bizleri temsil iddiasındaki sendika bürokratları bizleri en azına razı etmek için bir araya gelip oyun oynamaktadır. Bu masada bizim söz hakkımız yoktur. Zaten şimdiye kadar hiçbir hak masada kazanılmamıştır, bundan sonra da kazanılmayacaktır. Hakkımız olanı elde etmenin yolu örgütlenmekten ve sokağa çıkmaktan geçiyor.
Sendikal bürokrasi göstermelik eylem ve mitinglerle işçi sınıfının tepkisini dindirmeye, mücadele yürüttükleri algısını yaratmaya çalışıyor. Ancak bizler onların sınıf düşmanı kimliklerini çok iyi biliyoruz. Herkese bunu göstermek ve çöreklendikleri koltuklardan onları defetmek için de örgütlü bir güç olarak mücadele sahnesine çıkmalıyız.
Saray rejimi hakkını arayan işçileri baskı altına almaya, tehditlerle, işsizlik sopasıyla, polis saldırısı ve gözaltılarla sindirmeye çalışıyor. Polonez’de, Fernas’ta bu tutumu çok açık bir şekilde görüyoruz. Bu baskı politikaları işçi sınıfının hak alma mücadelesini engellemek için devreye sokuluyor. Bunun bilincinde olmalı, bunlara karşı mücadele etmeliyiz.
Diğer taraftan düzen muhalefeti, işçi ve emekçilerin tepkilerinin örgütlü bir güce dönüşmesini engellemek, sermaye açısından kabul edilebilir sınırlarda tutmak için kendisine biçilen rolü oynuyor. Özgür Özel, “asgari ücret 25 bin lira olmalı” diyerek sermayenin ekmeğine yağ sürüyor.
Durum çok açık ve nettir: Krizin faturasına ve faşist baskıya geçit vermemek için harekete geçeceğiz. Direnişlerle dayanışacak, onları büyüteceğiz. Bir araya gelecek, sınıf kardeşlerimizi harekete geçirmek ve örgütlenmek için adım atacağız, faaliyet yürüteceğiz. Mücadelenin sokak ayağını öreceğiz ve mitinglerde bir araya geleceğiz. “Biz ne yapabiliriz ki?” demeyeceğiz. Bu saldırılara geçit vermemek bizim elimizde. Güçlü olan biziz, mücadele edersek kazanacağız.