Yapılması gereken bu faturayı ödememektir. Hakkımız olanı almak için kenetlenmektir. İnsanca yaşamaya yeten ücret için, vergi soygununa “dur!” demek için faşist baskı, savaş ve saldırganlığa karşı örgütlenmektir. “Krizin faturasına ve faşist baskıya geçit verme!” şiarı ile mücadeleye atılmaktır. Bu kavgaya omuz vermek tüm işçi ve emekçilerin sorumluluğudur, görevidir.
2024 yılının son aylarına girdik. Milyonlarca işçi ve emekçinin yaşam koşulları yıl içinde daha da kötüye gitti. Enflasyon iktidarın açıklamalarının aksine kontrol altına alınamadı. Alım gücündeki düşüş devam etti. Çalışanların sırtındaki vergi yükü daha da ağırlaştı. Siyasal iktidarın bu ekonomik saldırılarını son örneğini “Etki Ajanlığı Yasası”nda gördüğümüz siyasal saldırı politikaları tamamlıyor. Siyasal iktidar ve sermaye bir yandan krizin faturasını sırtımıza yıkarken öte yandan baskı rejimini koyulaştırıyor. Bu tabloya baktığımızda “Krizin faturasına ve faşist baskıya geçit verme!” şiarı etrafında örülecek mücadele daha da önemli hale geliyor. Yeni yıl yaklaşırken işçi sınıfı ve emekçilerin önünde bir dizi önemli mücadele başlığı duruyor.
Asgari ücret sefaleti
Ocak ayında asgari ücrete yapılan zammın ardından ağırlaşan yaşam koşullarına rağmen yıl içinde ücretlere zam yapılmadı. Ekonominin dümenindekiler sözde enflasyonla mücadele gerekçesiyle ücretlere yıl içinde zam yapılmamasının gerekliliğini defaatle dile getirdiler. Asgari ücret tartışmaları kızışırken şimdi de milyonları en azına razı etmek için manipülasyonlara başladılar. “Rekabet güçlerini korumak istiyorlarmış”, “asgari ücretin bölgesel olarak belirlenmesi ihtiyaçmış”, hedef enflasyona göre yüzde 15-20 civarında zam öngörüyorlarmış. Bütün bu argümanlar beklentileri düşürmek için ortaya atılıyor.
ENAG’a göre gerçek enflasyon yüzde 100 iken TÜİK’e göre yüzde 49’a kadar düşmüş durumda. Enflasyonu düşük göstermek için her yıl olduğu gibi zamları yeni yıla saklayacaklarını şimdiden ilan etmiş durumdalar. Beklentileri düşürdükten sonra asgari ücrete de bu düzeyde bir zam yapıp tepkileri en aza indirmek istiyorlar. Sermayenin yüksek kâr oranlarını korumak için her şeyi yapanlar iş çalışanların ücretlerine gelince bunun enflasyonu yükselteceği yalanına sığınıyorlar.
Bütçe tartışmalarının gösterdikleri
Dönüp Cumhurbaşkanlığı’nın hazırladığı 2025 bütçe taslağına baktığımızda birçok şey daha net görülüyor. Sarayın ödeneğinin yüzde 37.80, Diyanet’in bütçesinin yüzde 41.70, İletişim Bakanlığı’nın payının yüzde 49.1 ve sözde savunmaya, gerçekte ise savaş ve saldırganlığa ayrılan bütçenin ise yüzde 80 artırılacağı öngörülüyor. Eğitime, sağlığa, afetlere yeterli bütçe ayrılmayacağı sunulan bütçe ile tekrar ilan edilmiş durumda.
2 trilyonu faiz giderleri olmak üzere 14.7 trilyonu bulması beklenen bu bütçenin 12.8 trilyonunu toplamayı öngören hükümet 11 trilyon kadar vergi geliri hedefliyor. Bunun da yüzde 70’ini ÖTV-KDV gibi dolaylı vergilerden toplamayı düşünüyor. Büyük holdinglerden toplanacak olan kurumlar vergisi hedefi ise sadece 1.6 trilyon lira. Bütün bunlara ek bütçede vergi harcaması olarak tarif edilen ve 3 trilyon lira olacağı öngörülen bir kısım var. Bu da çok büyük oranda sermayedarlardan alınmayacak, silinecek, affedilecek vergiler ve teşvikler anlamına geliyor ki daha 2025 yılına girmeden 3 trilyonun sermayeye peşkeş çekileceği ilan edilmiş oluyor.
Bütçe ve hedeflenen vergi gelirleri 2025 yılında da bütün yükün bizim sırtımıza yıkılmaya çalışılacağını kanıtlar niteliktedir.
Yapılması gereken açıktır!
Yapılması gereken bu faturayı ödememektir. Hakkımız olanı almak için kenetlenmektir. İnsanca yaşamaya yeten ücret için, vergi soygununa “dur!” demek için faşist baskı, savaş ve saldırganlığa karşı örgütlenmektir. “Krizin faturasına ve faşist baskıya geçit verme!” şiarı ile mücadeleye atılmaktır. Bu kavgaya omuz vermek tüm işçi ve emekçilerin sorumluluğudur, görevidir.