Her koşul altında 20 Ekim mitingi işçi sınıfının içine itildiği sefalet koşulları ve karşı karşıya bulunduğu saldırılar karşısında birikmiş bir mücadele enerjisi olduğunu gösterdi. Türk-İş ağalarının niyeti açık olduğuna göre bu birikmiş enerjiyi açığa çıkarmak görevi bizleri bekliyor.
Türk-İş tarafından düzenlenen “Zordayız! Geçinemiyoruz!” mitingi 20 Ekim’de Ankara’da gerçekleşti. Türk-İş’e bağlı sendikalara üye yaklaşık 150 bin işçi yıllar sonra ilk kez Türk-İş’in düzenlediği bir mitingle alana çıktı, içine itildiği sefalet koşullarına karşı tepkisini gösterdi.
Her şeyden önce belirtmek gerekiyor ki gerçekleştirilen miting Türk-İş ağalarının mücadele etmek istediği anlamına gelmiyor. Sendika ağaları ne zaman eylem alanına çıkıyor, hele hele kürsüden yüksek perdeden konuşuyorsa amaç tabanda biriken öfke ve tepkinin dizginlenmesidir. 20 Ekim’de de Ankara’da böyle bir tablo vardı. Miting alanı işçi sınıfı içinde yaşanan ekonomik zorluklara, sefalet koşullarına karşı biriken hoşnutsuzluğun somut bir yansımasıydı. Ancak sloganlarda, dövizlerde ve mitingin son anına kadar alanı terk etmeyen önemli sayıda işçinin varlığında kendisini hissettiren bu hoşnutsuzluk ne yazık ki halen güçlü bir mücadele arayışı boyutuna ulaşmış değil.
Evet, işçi sınıfı içine itildiği sefalet koşulları ve vergi soygunu başta olmak üzere yaşadığı hak gaspları karşısında derin bir huzursuzluk taşıyor. Evet, işçi sınıfı bu koşullar karşısında artık tepki göstermek, sesini duyurmak istiyor. Evet, işçi sınıfı inandığı ve güvendiği bir önderlik ile çok daha kararlı bir mücadele yürütmek arayışında. Ama ne yazık ki işçi sınıfı halen bu mücadelede önünde duran en büyük engellerden biri olan sendikal bürokrasiyi aşacak bir örgütlülük ve kararlılık düzeyi ortaya çıkarmış değil.
Türk-İş ağaları da bu gerçeğin fazlası ile farkında. Bu yüzden yıllardır yaşanan bir dizi saldırıya rağmen 15 Temmuz, pandemi ve türlü gerekçelerle alana çıkmaktan kaçarken gelinen noktada kendilerini adım atmak zorunda hissediyorlar. Ve elbette bu adımı atarken kontrolü kaybetmemeye de özen gösteriyorlar. “İşte başkan işte sendika” sloganları, başkana biat kültürü Türk-İş eylemlerinin alamet-i farikasıdır. 20 Ekim’de de bu yaklaşım kürsü slogancısı ve kimi bindirilmiş kıtalar tarafından şaşırtıcı olmayan bir şekilde devam etti. Türk-İş ağası Ergun Atalay ise kendisinin işçilerin hizmetinde olduğunu söyleyecek kadar “mütevazi”ydi konuşurken… Onun işçilerin hizmetinde olmasının AKP şefinin milletin hizmetkârı olma söyleminden farklı olduğunu düşünmemiz için bir neden yok elbette. Ama yine de Türk-İş’in sendikal kültürü içinde bu dilin dikkat çekici olduğunu söylemek gerekiyor.
Atalay’ın konuşmasının kullandığı dil dışında dikkat çekici bir yanı daha var. Konuşması sırasında Kürt sorunu dışında kadın cinayetlerinden Filistin sorununa kadar son dönemin tüm önemli gündemlerine değinen Türk-İş ağası “Bu sorunların hepsi bizim sorunumuz” deme zorunluluğu hissetti. Türk-İş’in 70 küsur yıllık siyaset üstü sendikacılık efsanesini, emek ve siyaset alanını birbirinden koparan uğursuz rolünü bilenler için bu yaklaşım 20 Ekim’den yansıyan bir diğer dikkat çekici nokta oldu.
Miting alanından yansıyan bir diğer gerçek ise Türk-İş tabanının genel olarak şakşakçılığa prim vermemesi oldu. İşçilerin önemli bir bölümü kürsüden gelen mücadele söylemlerine heyecanla katılırken bindirilmiş kıtaların şakşakçılığına ya kayıtsız kaldılar ya da farklı sloganlar atarak tepkilerini gösterdiler.
Her koşul altında 20 Ekim mitingi işçi sınıfının içine itildiği sefalet koşulları ve karşı karşıya bulunduğu saldırılar karşısında birikmiş bir mücadele enerjisi olduğunu gösterdi. Türk-İş ağalarının niyeti açık olduğuna göre bu birikmiş enerjiyi açığa çıkarmak görevi bizleri bekliyor.