İşçiler ve emekçiler neden kayyımlara karşı mücadele etmeli?

İşçi ve emekçilerin içine çekilmek istendikleri bataklık karşısında tutmaları gereken yol, “işçilerin birliği, halkların kardeşliği” bakışı ile mücadeleyi büyütmektir. Kayyım saldırısı da dahil topyekûn saldırıları durdurmanın başka bir seçeneği bulunmamaktadır.

Derinleşen ekonomik krizle birlikte artan hayat pahalılığı, kölece çalışma koşulları, güvencesizlik, sendikalı olma hakkının gaspı, artan iş cinayetleri, kadın-çocuk katliamları gibi pek çok sorun işçi ve emekçilerin temel sorunları arasında. Tüm bu sorunlara geçtiğimiz günlerde peş peşe yaşanan kayyım saldırıları eklendi. Böylece çok yönlü saldırılar daha da boyutlandırıldı. Kuşkusuz son günlerde gündeme gelen kayyım saldırısı yeni bir saldırı değil. AKP-MHP iktidarı uzun süredir bu saldırıyı devreye sokuyor. Halk iradesinin gaspı, baskı ve zorbalık anlamına gelen kayyım rejimini oturtmaya çalışıyor.

15 Temmuz’un ardından Kanun Hükmünde Kararname’yle kayyımların öne açıldı. Özgürlük İçin Hukukçular tarafından hazırlanan rapora göre, 2016’da 96, 2019’da ise 59 belediyeye kayyım atandı. 2024 yerel seçimlerinin ardından ikinci parti konumuna düşen AKP baskı ve zorbalığını artırdı, kayyım saldırılarına hız kesmeden devam etti. Van’da DEM Parti’den seçilen Abdullah Zeydan’ın başkanlığı düşürülmeye çalışıldı. Ortaya konulan kararlı direniş sonucu Zeydan mazbatasını alabildi. Ardından Hakkari’ye kayyım atandı. Geçtiğimiz günlerde de iktidar ilk kez CHP’li bir belediyeye kayyım atayarak saldırılarının hedefinde sadece DEM Partili belediyeler olmadığının sinyalini verdi. İktidar Esenyurt’a atanan kayyım karşısında güçlü bir karşı koyuşla karşılaşmadığını düşünmüş olacak ki, bu saldırıyı DEM Partili belediyeler olan Mardin, Batman ve Halfeti takip etti.

Kayyım saldırıları tam da yeniden Kürt sorununda “çözüm”ün tartışıldığı bir sürece denk geldi. Hiçbir meşruiyeti kalmayan, başta ekonomi olmak üzere her alanda politikaları iflas eden tek adam rejimi iktidarını korumanın yolunu yeni anayasa değişikliğinde aramaktadır. Çözüm süreci de anayasa tartışmalarının bir yönünü oluşturmaktadır.

Kürt halkının seçimlerde gösterdiği iradeye dahi saygı duymayan tek adam rejiminin Kürt sorununda “çözüm”den ne anladığı ortadadır. Kayyım saldırılarıyla, Kürt halkına yönelik artan baskı ve zorbalıkla Kürt halkının tüm kazanılmış haklarını yok etmeye, iradesini teslim almaya çalışmaktadır. Gündeme gelen “çözüm süreci”nin geçmişte olduğu gibi bugün de hiçbir samimiyetinin olmadığı gün gibi ortadadır. 

Kendi yarattığı bataklıkta debelendikçe daha fazla batan AKP-MHP iktidarı bu bataklıktan Kürt halkının, işçi ve emekçilerin sırtına basarak çıkmak istemektedir. Emperyalistlerin, sermayedarların desteğini almak için krizin tüm faturasını işçi ve emekçilerin sırtına yıkmaktadır. Dizginsiz sömürü ve güvencesizlik ile işçi ve emekçilere, onların çocuklarına geleceksizliği dayatmaktadır. Eğitime, sağlığa ayrılması gereken bütçe kirli savaşlara, saraya, Diyanete oluk oluk akıtılmaktadır. Bu gidişata “dur” diyenlerin kafasına cop inmeye devam etmekte, tutuklama ve gözaltılarla faşist baskı ve terör tırmandırılmaktadır. İktidar burjuva hukukunu uzun süredir ayaklar altına almaktadır. Düşünce ve ifade özgürlüğü hiçe sayılmaktadır.

Bu saldırıların bir parçası da kayyım politikalarıdır. Başta Kürt halkı olmak üzere tüm işçi ve emekçilere “sizin iradenizin hiçbir değeri yok” mesajı verilmek istenmektedir. “Terör” demagojisine sığınarak, tüm gerçekleri ters yüz ederek seçilmiş belediye başkanlarını tutuklamakta, yerlerine kayyım atamaktadır.

İşçi ve emekçilerin içine çekilmek istendikleri bataklık karşısında tutmaları gereken yol, “işçilerin birliği, halkların kardeşliği” bakışı ile mücadeleyi büyütmektir. Kayyım saldırısı da dahil topyekûn saldırıları durdurmanın başka bir seçeneği bulunmamaktadır.