Ankara’da maden işçilerinin özelleştirmenin iptal edilmesi için başlattıkları mücadele bu kapsamıyla önemli bir yerde duruyor. İşçi ve emekçileri doğrudan hedefleyen bu saldırıya karşı dayanışma ve desteğin örgütlenmesi, haklı ve meşru mücadelenin güçlendirilmesi ihtiyacı kendini dayatıyor. Kuşkusuz madenlerin ya da diğer üretim birimlerinin devletin elinde olması bunların birer kapitalist işletme olması gerçeğini değiştirmiyor. Ancak yıllar içinde gerçekleştirilen özelleştirmeler gösteriyor ki özelleştirme saldırıları öncelikle işçilerin kazanılmış haklarını gasp ediyor. Özelleştirilen fabrikalar dizginsiz bir sömürü cehennemine dönüşüyor. Bu yüzden işçi sınıfının “özeleştirmelere hayır” şiarı ile Çayırhan işçilerinin yanında saf tutması gerekiyor.
Ankara’da maden işçileri özelleştirmeye karşı direniyor. Çayırhan Termik Santrali ve Maden Ocağı’nın özelleştirme kararının açıklanması ve ihale için son teklif verme gününün 4 Aralık olarak ilan edilmesi üzerine, yüzlerce maden işçisi 20 Kasım’da kendilerini madene kapatarak direnişe geçti. Diğer işçiler ve aileler ise yerin üstünde eyleme başladılar. Özelleştirme şartnamesinde işçilerin kazanılmış haklarına dair hiçbir hükmün bulunmadığını söyleyen işçiler ihalenin iptal edilmesini talep ediyorlar. İşçilerin örgütlü olduğu Maden-İş ve Tes-İş sendika yöneticilerinin bakanlık ile yaptıkları görüşmelerde bakanlığın “işçi haklarına dair düzenlemeler yapılacak” demesini yetersiz bulan işçiler 28 Kasım günü Ankara’ya yürüyüşe başladılar. Madenin içinde bekleyen işçilerin eylemi ise sürüyor. İşçiler yolda iken Özelleştirme İdaresi Başkanlığı bir açıklama yayınlayarak çalışanların taleplerinin değerlendirilmesi, ihaleye konu olan alanların yeniden gözden geçirilmesi gibi gerekçelerle ihalenin 4 Mart’a ertelendiğini duyurdu. Bu yazı hazırlandığı sırada işçilerin özelleştirmenin iptal edilmesi talebiyle başlattıkları yürüyüş sürüyordu.
Özelleştirmeler ülkenin yakın tarihinde öne çıkan başlıklar arasında bulunuyor. 1980 askeri darbesinin ardından neoliberal saldırı yasaları ile başlatılan ve AKP’nin hükümet olmasının ardından ise neredeyse sonuçlarına ulaştırılan bir saldırı bu. Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) olarak ifadelendirilen üretim birimleri bu süreçten itibaren parça parça özel sermayeye peşkeş çekildi. İşçi sınıfı özelleştirme saldırısına karşı yer yer kararlı direnişler ortaya koysa da bu saldırı püskürtülemedi. İktisadi ve siyasi çıkışsızlık içindeki Saray iktidarı kalan kimi yerleri de özelleştirerek buraları da sermayenin talanına sunmak istiyor. Ankara’da direnen maden işçileri bu açıdan yalnız kendileri için değil ihale sırasında olan diğer işletmelerdeki işçiler için de direnmiş oluyor.
Bugüne kadar özeleştirilen işletmelerde işçi sınıfının kazanılmış hakları tırpanlandı. Çalışma koşulları ağırlaştı. Varsa sendikal örgütlülük dağıtıldı. Taşeron, güvencesiz çalışma yaygınlaştırıldı. Madenlerde sıklıkla karşılaşılan işçi katliamlarında artış vb. bir dizi başlıkta özetlenebilecek saldırılar özelleştirmelerle birlikte daha açık bir hal aldı. Kapitalistler devletten yok pahasına satın aldıkları KİT’lerde toplu işten atmalar, hak gaspları, düşük ücret dayatmalarını gündeme getirdi. Özeleştirmeler sonrasında söz konusu işletmelerde yalnızca ekonomik ve sosyal hak kayıpları yaşanmadı. İşçi sınıfının bilinç ve örgütlülük düzeyi de saldırıların hedefi oldu. KİT’lerin özelleştirilmesine aynı süreçte eğitim, sağlık gibi temel hakların piyasaya açılması ve giderek parası olanın yararlanabileceği özel işletmelere dönüşmesi süreci takip etmişti. 80’li yılların sonu, 90’lı yıllar ve 2000’lerin ilk yılları işçi sınıfı için özelleştirmelere karşı mücadele yılları olarak geçti. Sendikal bürokrasinin mücadeleyi pasifize etmesi, yer yer özeleştirme politikalarına destek vermesiyle özeleştirme saldırıları püskürtülemedi. Tekel, Seka, Tüpraş, Petkim, şeker fabrikaları, madenler ve daha birçok KİT böylesi bir sürecin ürünü olarak sermayeye peşkeş çekildi.
Ankara’da maden işçilerinin özelleştirmenin iptal edilmesi için başlattıkları mücadele bu kapsamıyla önemli bir yerde duruyor. İşçi ve emekçileri doğrudan hedefleyen bu saldırıya karşı dayanışma ve desteğin örgütlenmesi, haklı ve meşru mücadelenin güçlendirilmesi ihtiyacı kendini dayatıyor. Kuşkusuz madenlerin ya da diğer üretim birimlerinin devletin elinde olması bunların birer kapitalist işletme olması gerçeğini değiştirmiyor. Ancak yıllar içinde gerçekleştirilen özelleştirmeler gösteriyor ki özelleştirme saldırıları öncelikle işçilerin kazanılmış haklarını gasp ediyor. Özelleştirilen fabrikalar dizginsiz bir sömürü cehennemine dönüşüyor. Bu yüzden işçi sınıfının “özeleştirmelere hayır” şiarı ile Çayırhan işçilerinin yanında saf tutması gerekiyor.