İşçi hareketi parçalı ve dağınık tablosunu aşamadığı sürece bu mücadelenin esas alanı fabrikalar ve işletmeler olacaktır. Bu yüzden bir yandan sendikalara acil olarak harekete geçmeleri için basınç uygularken, öte yandan Ocak zamlarına hazırlanmak gereklidir. Aynı şey önümüzdeki günlerde başlayacak olan kamu işçilerinin toplu sözleşme süreci, devam eden petro-kimya sözleşmeleri ve sonbaharda başlayacak MESS toplu sözleşme süreci için de geçerlidir.
2024’ün son günlerine asgari ücret tiyatrosunun yeni bir versiyonu ile girmiştik. Bu sefer bilinen teamüller bile bir kenara konularak, asgari ücret bir gece yarısı toplantısıyla açıklandı. Komisyonda daha teklifler bile doğru dürüst konuşulmadan sonuçlandırılan bu sürecin açıklanan “açlık ücreti”nden öte gösterdikleri de var kuşkusuz.
Bunlardan ilki, “yerli ve milli” söylemini kendine düstur edindiğini söyleyen AKP-MHP iktidarının uluslararası sermaye çevrelerinin ve işbirlikçi büyük sermayenin isteklerini emir kabul ettiğidir. Asgari ücret süreci bir kez daha göstermektedir ki, ülke ekonomisine yön veren esas güç IMF ve Dünya Bankası gibi emperyalist kuruluşlar ile tekelci sermayenin kendisidir.
İkinci olarak, bugüne kadar izlediği çizgi ile kapitalistlere hizmette kusur etmeyen başta Türk-İş olmak üzere konfederasyonların iktidar ve sermaye çevreleri tarafından artık ciddiye alınmadığıdır. Bu, izledikleri icazetçi-işbirlikçi çizginin kaçınılmaz sonucudur.
“Rakam 30, altına biz yokuz” türü kafiyeli sloganlarla kampanya yürüten CHP’ye gelince… Asgari ücret açıklandığında Tandoğan’da miting yapan, “bundan sonra hep alanlarda olacağız” diyen bu düzen partisinin esas amacı, büyüyen öfke ve tepkiyi yeni bir seçim başarısının dayanağı yapmaktır. Ancak CHP iktidara giden yolun yalnızca kitlelerin desteğinden değil, aynı zamanda büyük sermayeye ve uluslararası kuruluşlara güven vermekten geçtiğini de çok iyi bilmektedir. Bu yüzden uygulanan programa sözde muhalefeti tam bir ikiyüzlülük örneğidir.
İktidar sözcülerinin “enflasyonu baskılamak için talebi azaltmamız lazım, bunun için ücretleri düşük tutuyoruz” söyleminin ne menem bir yalan olduğu da bir kez daha ortaya çıkmıştır. Asgari ücretin açıklanmasının hemen ardından faiz indirimine gidilmiştir. Her ne kadar Erdoğan “faiz neden, enflasyon sonuçtur” türü tekerlemelere yeniden dönüş yapar gibi görünse de, ekonominin dümenindekilerin esas kaygısı kapitalistlerin ikide bir mızmızlandığı “finansman sorunları”na az da olsa çözüm üretmektir. Onların talebi kısmaktan anladığı sadece çalışanların alım gücünü düşürmektir.
Sonuç olarak, açıklanan asgari ücret ve sonrasında yaşananlar bir kez daha şunu ortaya koymuştur: Mehmet Şimşek ve ekibinin uyguladığı ekonomik program, emekçiyi düşük ücretlerle açlık ve sefalete mahkûm edip sermayenin çıkarlarını korumak üzerine kuruludur. Açıklanan asgari ücret, milyonlarca insanı kölece yaşam koşullarına mahkûm etmek pahasına bu politikada ısrar edileceğini göstermektedir. Bu açıdan 2025 yılının geride kalan yıldan daha sert bir mücadeleye konu olacağını görmek zor değildir.
İşçi hareketi parçalı ve dağınık tablosunu aşamadığı sürece bu mücadelenin esas alanı fabrikalar ve işletmeler olacaktır. Bu yüzden bir yandan sendikalara acil olarak harekete geçmeleri için basınç uygularken, öte yandan Ocak zamlarına hazırlanmak gereklidir. Aynı şey önümüzdeki günlerde başlayacak olan kamu işçilerinin toplu sözleşme süreci, devam eden petro-kimya sözleşmeleri ve sonbaharda başlayacak MESS toplu sözleşme süreci için de geçerlidir.
İşçi sınıfı tüm bu süreçlere daha örgütlü girmeli, daha kararlı davranmalı, kendisine reva görülen kölelik koşullarına karşı kendi gücüne dayanarak mücadele etmelidir. Biriken öfke ve tepkiyi örgütlü bir mücadeleye döndürmenin, sermaye sınıfının topyekûn saldırısını püskürtmenin yolu budur. Eğer bu başarılırsa, 2025 yılı işçi sınıfı açısından yeni bir dönemin başlangıcı olacaktır.