DİSK yönetimi sınıf kavgasının neresinde?

DİSK’e giden yolu açan Paşabahçe Grevi’nden 15-16 Haziranlara uzanan mücadele ruhu ve geleneğini, 11 yıl önce bir Amerikan tekelinin fabrikasında 60 gün boyunca işgal silahını kuşanan Greif işçileri taşıyor. Greif İşgali’ni Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihine armağan eden devrimci sınıf çizgisi taşıyor.

Önümüzdeki günlerde DİSK 58. kuruluş yıldönümünü kutlayacak. DİSK yöneticileri bir kez daha yüksek perdeden konuşacak, DİSK’in sınıf mücadelesindeki rolü üzerine ahkâm kesecekler. Ne var ki, üzerinde tepinmeyi çok sevdikleri DİSK’in mücadeleci mirası ile bugün DİSK’e rengini veren sendikacılık anlayışları arasında asla kapanmayacak bir uçurum var.

DİSK, 1960’lı yıllarda Türkiye işçi sınıfının yükselen mücadelesinin ürünü olarak doğdu. O günün koşullarında kendisine bir çıkış yolu arayan işçi sınıfının ulaştığı mücadele düzeyinin ifadesiydi. CIA yönlendirmesi ile kurulan ve devlet bürokrasisi ile iyi ilişkiler içinde şekillenen sendikal anlayışa tepki olarak gelişti. Emperyalist sermaye akışıyla hızlı bir kapitalistleşme sürecine girmiş ülkenin büyüme heveslisi kapitalistleri karşısında genç işçi sınıfının direniş mevzisiydi.

Kavel’den 15-16 Haziran’a tarihe kazınan önemli mücadeleler bu arayış içinde şekillendi. Kemal Türklerler, Rıza Kuaslar bu mücadelelerin hem ürünü hem önderleriydi. Ama gerçek anlamda bir devrimci sınıf sendikacılığı anlayışı yoktu DİSK’te. Genel olarak mücadeleci bir sendikal pratik vardı. Bu pratiğin sınırlarını da 1960 Anayasası ile birlikte kurulu düzen gerçeği çiziyordu. Bu, bir yandan Türkiye işçi sınıfının ulaştığı olgunlaşma düzeyinin sonucu, diğer yandan DİSK’e hâkim siyasal anlayışların siyasal ufkunun sınırlarıyla bağlantılıydı.

Bugün kendilerini DİSK’te cisimleşmiş mücadele geleneğinin tek mirasçısı saysalar da mevcut DİSK yöneticilerinin, bırakalım devrimci sınıf sendikacılığı anlayışını, DİSK’in kuruluş dönemi değerleriyle bile uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmuyor. DİSK’le birlikte yaratılan mücadele değerleri bu ağaların elinde koltuk ve burjuva siyasetinde yer kapma arayışının aracına dönüşüyor.

Bunları söylerken bu ağaların arkasına saklanmayı çok sevdikleri işçi sınıfının mevcut gerçekliği tablosunun üzerinden atlıyor değiliz. Nicelik ve toplumsal etki anlamında 50 yıl öncesi ile kıyaslanamayacak bir güce sahip Türkiye işçi sınıfı. Ancak tüm huzursuzluğuna ve alttan alta biriktirdiği öfkesine rağmen, o günlerdeki gibi bir çıkış arayışında değil henüz. O dönemden çok daha fazla burjuva ideolojisinin etkisi altında. Ama bu tablonun bir nedeni de zaten tam da bu ağaların gasp ettikleri koltuklar değil mi? İşçi sınıfını eğitip donatmayan, tepesinde kuruldukları sendikaların olanaklarını sınıf mücadelesinin hizmetine sunmaktan kaçınan bizzat kendileri değil mi? Oturdukları koltukları korumak için birbirlerinin ayağına çelme takıp duranlar kimler? Sadece sendikacılık pratikleri ile değil karanlık ilişkileri ile de tanıdığımız Rıdvan Budak, Abdullah Karacan, Remzi Çalışkan gibi sınıf düşmanlarının DİSK’te söz sahibi olmasına göz yumanlar kimler?

Tüm bu gerçeklere rağmen, DİSK’in mücadele değerleri üzerine ahkâm kesmekten, mirasyedilik yapmaktan geri durmayacaklarını biliyoruz. Biz de onların yüzüne bu çıplak gerçekleri haykırmaktan geri durmayacağız.

DİSK’e giden yolu açan Paşabahçe Grevi’nden 15-16 Haziranlara uzanan mücadele ruhu ve geleneğini, 11 yıl önce bir Amerikan tekelinin fabrikasında 60 gün boyunca işgal silahını kuşanan Greif işçileri taşıyor. Greif İşgali’ni Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihine armağan eden devrimci sınıf çizgisi taşıyor.