İşçi sınıfı direnişe!

Unutmamalıyız ki, hedefledikleri türden bir diktatörlük rejimini kurumlaştırmayı başarabilirlerse, bu bizler için kopkoyu bir karanlık anlamına gelecektir. Gün birleşme, mücadeleyi büyütme ve “genel grev-genel direnişi” örgütleme günüdür!

19 Mart günü İBB başkanı Ekrem İmamoğlu ile bazı belediye başkanları ve bürokratların tutuklanmasıyla başlayan eylemler ile üniversiteler, kent meydanları, mahalleler eylem alanına dönüştü.

Milyonlarca insanın eylem alanlarına taşan öfkesinin gerisinde, yıllardır uygulanan iktisadi-sosyal yıkım programı ile demokratik hak ve özgürlüklerin hoyratça gasp edilmesi yatıyor.

Toplumun geniş kesimlerinin katıldığı eylemlerde kuşkusuz işçiler de vardı. Ancak işçiler bir sınıf olarak baskı ve zorbalığa karşı tepkisini ortaya koyamadı, kendi talep ve istemleriyle hareketin içinde yer almadı, sendikal örgütlenmeler dahi eylemlere etkin biçimde katılmadı. Bu tablo kuşkusuz işçi sınıfının her açıdan kuşatılmışlığıyla, örgütlenme ve mücadelesinin önüne dikilen engellerle doğrudan bağlantılı.

Oysa işçi sınıfı olarak çok yönlü sorunlarla boğuşuyoruz. Sermaye kendisinin yol açtığı krizin faturasını tümüyle bizlerin omuzlarına yıkmaya çalışıyor. Bir yandan ücretlerimiz gün geçtikçe eriyor, öbür yandan artan vergiler omuzlarımıza yükleniyor. Gasp edilen sosyal haklarımız, yok sayılan işçi sağlığı ve güvenliğimiz ise cabası. AKP-MHP iktidarının kapitalistlerin çıkarlarını koruyan politikalarıyla çalışma ve yaşam koşullarımız alabildiğine ağırlaşmış durumda. Başta insanca yaşamaya yetecek ücret olmak üzere ekonomik ve sosyal haklarımız için greve çıktığımızda, bizzat iktidar tarafından grevlerimiz yasaklanıyor. Direnişe başladığımızda valisi, kaymakamı, polisi, jandarması ile devletin tüm kurumlarını karşımızda buluyoruz. Haklarımız için verdiğimiz mücadele yasaklarla, baskılarla, gözaltı ve tutuklamalarla engellenmek isteniyor.

Tüm topluma dayatılan bu baskı ve zorbalık rejimi öncelikle bizim sorunumuz. 

Çünkü artık krizler içinde debelenen bu düzenin ayakta kalabilmek için, baskı politikaları dışında bir seçeneği bulunmuyor. Zira sömürü çarkları ancak bu sayede kesintisiz dönebilir, krizin faturası kolaylıkla işçi ve emekçilerin sırtına yüklenebilir.

Bu nedenle, ekmeğimizin her geçen küçülmesi ile pekiştirilmek istenen bu baskı rejimi arasında doğrudan bir bağ olduğunu görmek durumundayız.

AKP-MHP iktidarı, yeni bir boyuta taşıdığı kapsamlı saldırılar ile bu rejimi kalıcılaştırmak, tek adam diktatörlüğünü kurumsallaştırmak istiyor. Toplumun tüm kesimlerinin baskı ve zorbalıkla yönetildiği bir rejimde demokratik hak ve özgürlüklerden, en basit sendikal haklardan, insanca çalışma ve yaşama koşullardan bahsetmek bile mümkün değildir. Böyle bir rejimle hedeflenen, milyonların kölelik koşullarında bir yaşamı sürdürmesi, başını kaldırmaması, sömürü çarklarının kesintisiz olarak dönmesidir.

Bizim bu baskı ve zorbalık düzenine karşı çıkmak dışında bir seçeneğimiz yok.

Bugün milyonlarca insanın alanlara çıkmasına, özellikle öğrenci gençliğin baskılara ve tutuklama terörüne direnmesine rağmen, bu saldırıları püskürtecek esas kuvvet üretimden gelen gücü ve toplumsal konumuyla işçi sınıfıdır.

Yapmamız gereken, ekonomik ve demokratik-siyasal haklarımız için “genel grev-genel direniş” hedefiyle harekete geçmektir.

Bunun için fabrikalarımızda gücümüzü birleştirmeliyiz. Milyonlarca insanın sokaklarda direndiği bir dönemde sessizliğini koruyan sendika yönetimlerine basınç uygulamalı, harekete geçmeleri için zorlamalıyız. Yanı sıra mahallelerde, meydanlarda gücümüzü göstermeli, eyleme geçen diğer kesimlerle birlikte hareket etmeliyiz.

Unutmamalıyız ki, hedefledikleri türden bir diktatörlük rejimini kurumlaştırmayı başarabilirlerse, bu bizler için kopkoyu bir karanlık anlamına gelecektir. Gün birleşme, mücadeleyi büyütme ve “genel grev-genel direnişi” örgütleme günüdür!