TÜPRAŞ’ta sözleşme sürecinin gösterdikleri

Uzun yıllardır büyük bir marifetmiş gibi masa başı uzlaşmaya dayalı, “aman tadımız kaçmasın” anlayışını yücelten yasalcı sendikal anlayışın işçiyi bir adım bile öteye götürmediği, bu sözleşme sürecinde bir kez daha görüldü. TÜPRAŞ işçisinin önünde, bu gerçekle yüzleşip bundan sonraki yol haritasını buna göre belirleme görevi duruyor. Bu görevin yerine getirilmesinin öncelikli koşulu, yalnızca mevcut sendikal anlayışın değil, devlete ve onun yasalarına kutsiyet atfeden yaklaşımın da aşılmasından geçiyor.

TÜPRAŞ’ta bir sözleşme süreci daha geride kaldı. Sözleşmenin imzalanmasının ardından İzmir ve Kocaeli’de rafineri işçileri, imzalanan sözleşmeye eylemli biçimde tepki gösterdi. Her iki alanda da yapılan eylemler, imzalanan sefalet sözleşmesine duyulan tepkinin düzeyini göstermesi açısından önemli olsa da TÜPRAŞ işçisinin bir sözleşme sürecini daha kayıplarla kapatmasına engel olamadı.

Özelleştirmelerden bu yana reel ücretleri gerileyen, çalışma koşulları kötüleşen TÜPRAŞ işçisinin karşı karşıya kaldığı bu tablo, ülkede uygulanan ekonomik yıkım programından bağımsız ele alınamaz. İşletmeyi devraldığından bu yana sistemli olarak işçilerin haklarına saldıran ve ücretlerini geriye çekmeye çalışan Koç sermayesinin, pazarlığı yüzde 15’ten açması ve yüzde 35’in ötesine çıkmaması, iktidarın düşük ücretlere dayalı ekonomik programıyla uyumluydu. Ancak bundan öte, Koç sermayesinin esas güvendiği şey; ülkede her geçen gün dozajı artan baskı rejimi koşullarında, yıllardır “müzakereci-uzlaşmacı” bir anlayışla hareket eden Petrol-İş Sendikası’nın eninde sonunda bu dayatmalara boyun eğeceğine dair olan inancıydı.

Nitekim öyle oldu. yüzde 80 gibi, aslında işçinin enflasyon karşısındaki kayıplarını bile telafi etmeyen bir oranla sözleşme masasına oturan Petrol-İş, yüzde 35’e imza atarak bu süreci kapattı. TÜPRAŞ gibi önemli bir işletmede sözleşmenin, resmi enflasyon rakamlarının bile altında imzalanması, yalnızca Koç için değil, hem iktidar hem de tüm sermaye sınıfı için bir başarı oldu.

Yüksek Hakem Kurulu kıskacında sözleşme

Bilindiği üzere, TÜPRAŞ’ta grev kanunen yasak. Sözleşme sürecinde anlaşma sağlanamaması durumunda sözleşme Yüksek Hakem Kurulu (YHK) tarafından karara bağlanıyor. Ve çoğu durumda YHK’nın aldığı kararlar, işçilerin taleplerinden fersah fersah uzak oluyor. Hem grev yasağı hem de YHK’nın bu tutumu, sendikacıların işçilerin taleplerini bir kenara koyup dayatmalara boyun eğmesinin gerekçesi hâline geliyor. Daha da önemlisi halihazırda birçok işçi sendikacıların “biz imzalayalım yoksa YHK daha azını verecek” yaklaşımını paylaşıyor. Oysa ki böyle bir kıskaç altında sözleşme masasına oturmak ve bunu boşa çıkaracak bir mücadele ve eylem programına önden sahip olmamak sözleşme sürecini baştan kaybetmek mânâsına geliyor.

Fiili-meşru mücadele göze alınmadan kazanım olmaz

Uzun yıllardır büyük bir marifetmiş gibi masa başı uzlaşmaya dayalı, “aman tadımız kaçmasın” anlayışını yücelten yasalcı sendikal anlayışın işçiyi bir adım bile öteye götürmediği, bu sözleşme sürecinde bir kez daha görüldü. TÜPRAŞ işçisinin önünde, bu gerçekle yüzleşip bundan sonraki yol haritasını buna göre belirleme görevi duruyor. Bu görevin yerine getirilmesinin öncelikli koşulu, yalnızca mevcut sendikal anlayışın değil, devlete ve onun yasalarına kutsiyet atfeden yaklaşımın da aşılmasından geçiyor.

Petrokimya İşçileri Birliği’nin sözleşmeye dair değerlendirmesi bundan sonraki sürece nasıl yaklaşılıp neler yapılması gerektiğini açıklıkla ortaya koyuyor.

“Taban inisiyatifini geliştirmek için mücadeleci işçiler yan yana gelmeli, örgütsüz ve dağınık tablo bir an önce toparlanmalıdır. Ünite ünite komiteler kurulmalı ve bunun üzerinden rafineriler arasında koordinasyon sağlanmalıdır. Hiç de üç sene beklemek zorunda değiliz! Örgütlülüğümüzü ve iç bütünlüğümüzü sağladığımızda, bizden ve ailelerimizden çalınanları geri almak hiç de zor olmayacaktır. İşçi sınıfı, aldığı yenilgilerden öğrenir; öğrendikleriyle yeni mücadelelere atılır. TÜPRAŞ’ta artık yeni bir dönem başlamıştır. Bu döneme ya biz işçilerin mücadelesi damga vuracak ya da sırtımızdaki kölelik zincirleri daha da kalınlaşacaktır. İkisi arasında orta bir yol yoktur.”