Krizin faturasını ödemeyi reddedelim!

Bugün pek çok işyerinde sefalet dayatmalarına karşı grevler ve direnişler yaşanıyor. Yapılması gereken, direnen sınıf kardeşlerimiz gibi grev ve direnişleri yaygınlaştırmak, büyütmektir. Faturanın bizlerin üzerine yıkılmasına karşı topyekûn mücadeleyi yükseltmektir. Bunun için birleşmek ve örgütlenmektir.

Ekonomik kriz gün geçtikçe derinleşiyor. 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu ve bazı bürokratların gözaltına alınmasından sonra bu tablo daha da ağırlaştı, saray rejiminin aldığı sözde tedbirler iyice boşa çıktı. Enflasyonla mücadeleyi sürdürdüklerini iddia etmelerine rağmen artış sürüyor, alım gücü düşmeye devam ediyor. Vestel, Beko vb. gibi büyük işletmelerde yaşandığı gibi işten çıkarmalar yaygınlaşıyor.

Geçtiğimiz hafta Merkez Bankası’nın açıkladığı enflasyon raporunda önümüzdeki iki yıl için enflasyon hedeflerinde bir değişiklik olmadığı, 2025 için yüzde 24 oranının sabit tutulduğu, 2026 için ise yüzde 12 tahmininin korunduğu ifade edildi.

Aynı günlerde konuşan saray rejiminin Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de “sorunlar olmasına rağmen” programı kararlılıkla uygulayacaklarını söyledi. Gerek Merkez Bankası başkanı gerekse Mehmet Şimşek’in mevcut tabloda önerdiği tek çözüm “sıkı para politikalarına” devam etmek, fiyat istikrarını sağlamak adına iç talebin kısılmasını sağlamak…

Bunun ise ne anlama geldiğini son birkaç yıldır izlenen politikalardan çok iyi biliyoruz. Reel ücretlerin baskılanması adı altında krizin faturasını işçi ve emekçilerin omuzlarına yüklemek…

İktidarın aparatı haline gelen TÜİK’in verdiği rakamlara göre nisan ayı yıllık enflasyonu yüzde 37,86. Bağımsız kuruluş ENAG’a göre ise nisan ayı yıllık enflasyonu yüzde 73,88. AKP iktidarının ne bugün için söylediği rakamların ne de enflasyon hedeflerinin hiçbir karşılığı bulunmuyor. İşçi ve emekçiler ise kendi gündelik yaşamlarından yaşanan ekonomik yıkımı çok net görüyorlar.

Tablo bu kadar ağırken AKP iktidarı sadece sermaye sınıfının çıkarlarını düşünüyor ve onların bekası için hareket ediyor. Saray rejiminin şefi Erdoğan çıkıp “iş çevrelerimiz kesinlikle kaygıya kapılmasın” diyor. Mehmet Şimşek yaşanan sorunları “programın geçici yan etkileri” olarak tanımlıyor. Sermaye çevrelerinden yükselen rahatsızlıkları gidermek için harekete geçtiklerini ve 25 milyar liralık destek paketini yürürlüğe alacaklarını açıklıyor.

Tüm bunlar olurken yoksullukla boğuşan milyonlarca emekçiye sıra geldiğinde ise fedakârlık isteniyor. Merkez Bankası başkanına temmuz ayında asgari ücrete zam yapılıp yapılmayacağı sorulduğunda ise topu çeviriyor. “Bu mesele bizim konumuz değil!” diyor. Oysa ki yaptığı tüm vurgulardan iktidarın temmuz ayında asgari ücrete zam yapmayacağı anlaşılıyor.

Var olan ekonomik kriz, sömürü düzeninin yapısal sorunlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu yaşanan ağır tablonun sorumlusu kapitalistler ve bu düzenin dümenindeki AKP-MHP iktidarıdır. Ancak saray rejiminin krizden çıkmak için izlediği politika açık ve net! Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da krizin tüm yükünü emeğiyle geçinen milyonlarca işçi ve emekçinin üzerine yıkmak. Enflasyonun sorumlusunun ücretler olduğu yalanına sarılarak ücretleri baskılamak ve daha düşük ücret dayatmak… Oysa ki yalanları ve tüm algı operasyonları çoktan çöktü. Asgari ücrete kırıntı düzeyinde zam yapılmasına ve ücretler alabildiğine aşağı çekilmesine rağmen enflasyon düşmedi, fiyatlarda yükseliş devam etti.

Bu tabloyu değiştirecek yegâne güç ise sınıf mücadelesinin kendisidir. İşçi sınıfının ayağa kalkıp sorumlusu olmadığı krizin faturasını ödemeyi reddetmesi ve insanca bir yaşam için mücadeleye atılmasıdır.

Bugün pek çok işyerinde sefalet dayatmalarına karşı grevler ve direnişler yaşanıyor. Yapılması gereken, direnen sınıf kardeşlerimiz gibi grev ve direnişleri yaygınlaştırmak, büyütmektir. Faturanın bizlerin üzerine yıkılmasına karşı topyekûn mücadeleyi yükseltmektir. Bunun için birleşmek ve örgütlenmektir.