Bugün birbirinden kopuk biçimde devam eden grev ve direnişlerin, yaklaşmakta olan diğer toplu sözleşme süreçlerinin nasıl sonuçlanacağını, elbette sürecin doğrudan muhatabı olan işçilerin mücadelesi ve etraflarında oluşacak sınıf dayanışması belirleyecektir. Ancak unutulmaması gereken temel gerçek şudur: Önemli olan, işçi sınıfının bir güç olarak siyasal sahnede yer alabilmesidir. Bunun yolu, tek tek ortaya çıkmış mücadele dinamiklerini güçlendirmek kadar, bu dinamikleri ortak mücadele ve talepler etrafında birleştirmekten geçmektedir. Bunun sağlanacağı en önemli zeminlerden biri olan sendikaların demokratik bir işleyişe ve devrimci bir mücadele çizgisine kavuşması; sınıf hareketinin geleceği açısından olduğu kadar, bugün devam eden grev ve direnişlerin akıbeti açısından da belirleyici olacaktır.
Gazetemiz yayına hazırlandığı sırada, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan 23 bin işçinin greve çıkmasıyla birlikte grev ve direniş sürecinde yer alan işçi sayısında önemli bir artış yaşanmış oldu. Petrol-İş Sendikası’na üye 3 bini aşkın işçi, altı fabrikada bir süredir zaten grevdeydi. Hem belediye sektöründe hem de petrokimya sektöründe birçok yerde toplu sözleşme süreçleri devam ediyor ve bu süreçlerin çoğunda uyuşmazlık yaşanıyor. Pek çok işletmede ise grev tarihleri çoktan ilan edilmiş durumda. 600 bin işçiyi ilgilendiren kamu görüşmelerinde çerçeve protokol için yapılan dört görüşme geride kalmasına rağmen, henüz devlet kamu işçilerine bir teklif dahi sunmuş değil. Devam eden tekstil grup sözleşmeleri ve deri sektöründeki işyerlerinde de durum farklı değil. Tüm bunlara, ağustos ayında başlayacak kamu emekçilerinin toplu görüşme süreci ve Eylül’de ülke ekonomisinin motor gücü olan metal sektöründeki MESS grup sözleşmeleri de eklenecek.
Tüm bu süreçlerde işçilerin talepleri ile sermayenin teklifleri arasında büyük uçurumlar bulunuyor. Bu durum önümüzdeki dönem grev ve direnişlerin gitgide daha da yaygınlaşacağını gösteriyor.
Sefaletin derinleştiği, açlık sınırına dayandığı; çalışma ve yaşam koşullarının her geçen gün daha da ağırlaştığı bir ülkede işçi sınıfı içinde mücadele arayışlarının güçlenmesi ve bunun grev ve direnişler olarak dışa vurması kaçınılmazdır.
Yine de emekçilerin karşı karşıya kaldığı saldırıların şiddeti ve buna karşı duyulan öfkenin boyutları düşünüldüğünde, henüz ortaya çıkan mücadele örneklerinin hem sayı hem de mücadele kapasitesi açısından sınırlı kaldığı söylenebilir. Bunun genel nedenleri ise az çok biliniyor. İşçi hareketi yıllardır parçalı ve dağınık bir seyir izliyor. Hareket içinde yaşanan ideolojik ve örgütsel kırılmalar halen aşılamamış durumda. Ülkede hüküm süren baskı ve zorbalık rejiminin sınıf hareketine olan geriletici etkisi açık. Kriz bahanesiyle yaygınlaştırılan işten çıkarmaların yol açtığı kaygı ve çekinceler ise işçi hareketinin daha güçlü bir hatta ilerlemesinin önünde aşılması gereken engeller olarak duruyor.
Ancak tüm bunlar, bir yerde neden olduğu kadar, sonuçtur da. İşçi hareketinin bugün kendini daha güçlü bir şekilde ortaya koymasını engelleyen en önemli etkenlerin başında, hâlâ tek kitlesel işçi örgütü olma özelliğini sürdüren sendikaların içinde bulunduğu durum gelmektedir. Sorun yalnızca sendikaların tepesine çöreklenmiş bir avuç bürokratın kurduğu saltanatla sınırlı değildir. Bundan daha önemli olan, işçi sınıfının en ileri kesimlerinin dahi mücadele anlayışı olarak bürokrasinin hâkim kıldığı çizginin ötesine geçememesidir. Bu durum, sendikaların bürokrasiye rağmen daha mücadeleci bir hatta sokulmasını zorlaştırmaktadır. Bunun sonucu olarak da sendikal biçimde ortaya çıkan mücadeleler ya kısmî kazanımlarla geri çekilmekte ya da yenilgiye uğramaktadır.
Bugün birbirinden kopuk biçimde devam eden grev ve direnişlerin, yaklaşmakta olan diğer toplu sözleşme süreçlerinin nasıl sonuçlanacağını, elbette sürecin doğrudan muhatabı olan işçilerin mücadelesi ve etraflarında oluşacak sınıf dayanışması belirleyecektir. Ancak unutulmaması gereken temel gerçek şudur: Önemli olan, işçi sınıfının bir güç olarak siyasal sahnede yer alabilmesidir. Bunun yolu, tek tek ortaya çıkmış mücadele dinamiklerini güçlendirmek kadar, bu dinamikleri ortak mücadele ve talepler etrafında birleştirmekten geçmektedir. Bunun sağlanacağı en önemli zeminlerden biri olan sendikaların demokratik bir işleyişe ve devrimci bir mücadele çizgisine kavuşması; sınıf hareketinin geleceği açısından olduğu kadar, bugün devam eden grev ve direnişlerin akıbeti açısından da belirleyici olacaktır.