Nazım Hikmet ve Orhan Kemal’i bilmek, onların satırlarından öğrenmek emek ile sanatın birbirini beslediğinde gerçek anlamlarına kavuştuklarını öğrenmektir. Çünkü sanat, emekçilerin, ezilenlerin yaşamına dokunabildiğinde anlamlıdır. Ve emek, kendisini en güçlü şekilde ifade edebilmeyi sanatın dokunuşlarıyla öğrenir. Onlar ve onlar gibi daha pek çok isim işte bu bilinçle yaşadılar, ürettiler ve işçi sınıfının belleğine kazındılar. İşçi sınıfının sesi, umudu, direnci olan ustalara saygıyla…
Edebiyatı yoksul halkın, işçilerin, emekçilerin kavgasının sesi olarak kullanan büyük şair ve yazarlar vardır. Bu şair ve yazarların kaleminde yalnız bir halkın acılarını değil umudu, öfkeyi, bilinci buluruz.
Bu kalemlerden ikisi, Nazım Hikmet ve Orhan Kemal’dir. Onlar edebiyatı işçi sınıfının ve ezilenlerin çilelerini ve umudunu dile getirmek için kullanmışlardır. Biri mısralarla sınıfın haykırışına ses verir, diğeri romanın satır aralarına emekçinin alın terini işler. Onlar için yazmak, bir duruş meselesidir. Yoksulun, işçinin, emekçinin şiirini ve öyküsünü yazmak bir sorumluluktur.
Nazım Hikmet’in şiiri devrimci bir bildiridir. Onun dizelerinde makinelerin sesi, grev çadırlarının rüzgârı, tütün işçisinin elleri vardır. “En güzel deniz: henüz gidilmemiş olandır… / En güzel günlerimiz: henüz yaşamadıklarımız…” derken işçi sınıfının kurtuluşuna olan sarsılmaz inancı tazeler…
Nazım, yalnızca dizelerle değil, yaşamıyla da direnir. Hapishanelerde geçen yıllarında da yazmaya, üretmeye, umut olmaya devam eder. Hapishane onun için bir tutsaklık değil, kavganın başka bir mekânıdır. Ve o mekânda işçi sınıfının sesi olacak genç bir kaleme ustalık yapar.
Nazım, Bursa Cezaevi’nde tanıştığı genç Orhan’ı yazmaya teşvik eder. Ona sadece edebi teknikleri değil, hayata edebiyatla nasıl bakılacağını da gösterir. Aralarındaki usta-çırak ilişkisi, zamanla yoldaşlığa dönüşür.
Nazım etkisiyle birlikte Orhan Kemal’in edebiyatı, şehrin arka sokaklarını, fabrika bacalarını, göç yollarını ve ekmek kavgasını anlatır. Onun kalemi, yalnızca betimlemez; yaşatır. Fabrikada işbaşı yapmış bir işçiyi, göçle şehre gelmiş bir köylüyü, geçim derdindeki bir aileyi anlattığında, aslında Türkiye’yi anlatır. Gerçekçi dili ve gözlem gücüyle hayat verdiği karakterler ayakta kalmaya çalışan sıradan insanlardır. Ama bu “sıradanlık”, onun edebiyatında devrimci bir değer kazanır. Romanlarında sadece yoksulluğu değil, o yoksulluğun içinde yeşeren onuru, dayanışmayı, neşeyi de gösterir.
Nazım Hikmet ve Orhan Kemal’i bilmek, onların satırlarından öğrenmek emek ile sanatın birbirini beslediğinde gerçek anlamlarına kavuştuklarını öğrenmektir. Çünkü sanat, emekçilerin, ezilenlerin yaşamına dokunabildiğinde anlamlıdır. Ve emek, kendisini en güçlü şekilde ifade edebilmeyi sanatın dokunuşlarıyla öğrenir. Onlar ve onlar gibi daha pek çok isim işte bu bilinçle yaşadılar, ürettiler ve işçi sınıfının belleğine kazındılar. İşçi sınıfının sesi, umudu, direnci olan ustalara saygıyla…