Eşitlik ve özgürlük mücadelesini büyüteceğiz!

“Kadınlar başta olmak üzere tüm toplumu orta çağ artığı bir gerici karanlığa mahkûm etmek isteyenlere karşı haklarımızı savunmaya devam edeceğiz.”

“Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” kısa adıyla İstanbul Sözleşmesi, bundan tam 2 yıl önce AKP iktidarı tarafından feshedildi.

Cemaat ve tarikatların talebiyle sözleşmenin feshedilmesinin gerekçesi ise “eşcinselliği teşvik etmesi” idi. Oysa ki, kadınların uluslararası alanda verdiği mücadelenin ürünü olarak imzalanan bu sözleşme, toplumsal yaşamın her alanında cinsiyet eşitliğinin sağlanmasını amaçlıyor ve kadına yönelik şiddet karşısında devletin yükümlülüklerini belirliyordu.

Sözleşmenin yürürlükte olduğu dönemde dahi, uygulanması için çok özel çaba sarf etmek gerekiyordu. Sözleşme, ancak kadın örgütlerinin, hukukçuların çabalarıyla uygulanıyordu. Buna rağmen pek çok kadın ellerinde uzaklaştırma kararlarına rağmen öldürülüyor, şiddet karşısında başvurulara rağmen gerekli önlemler alınmıyor, cezasızlık politikası şiddete adeta davetiye çıkartıyordu.

İstanbul Sözleşmesi’nden resmi olarak çıkılmasının ardından, göstermelik önlemlere dahi gerek kalmadığı için, kadına şiddet uygulayanlar büyük bir cesaret kazandılar. Son iki yıl içinde 608 kadın öldürüldü, 460’ı aşkın kadın ise şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi.

İstanbul Sözleşmesi, “aile içi şiddete karşı mücadele belgesi” olarak algılanmasına rağmen, toplumsal yaşamın her alanında kadına yönelik şiddetin engellenmesini içeriyor. Okulda, sokakta, işyerlerinde ve fabrikalarda…

Sözleşme; işyerlerinde kadın işçilerin karşı karşıya kaldığı şiddet, taciz ve mobbingin engellenmesi için referans niteliği taşıyor. Bugün işyerlerinde kadınlar cinsel kimliklerine dönük baskı ve eşitsizlikle karşı karşıyalar. İşyerlerinde kadına yönelik şiddet ise oldukça yaygın. Ne yazık ki bu olayların çok sınırlı bir kısmı gündem oluyor. Kadın işçiler çoğu kez uğradıkları şiddeti gizlemek zorunda kalıyorlar. İşten atılma korkusu, adının çıkmasından duyulan endişe, olayın ailesine yansıyacak olmasının tedirginliği kadınların çoğunlukla susmasını ve yaşadıkları şiddeti sineye çekmesine yol açıyor. 

İstanbul Sözleşmesi, kadın-erkek arasındaki ayrımcılığa karşı çıkarken, kadın-erkek arasındaki eşitliği yaygınlaştırmayı esas alıyor. İşyerinde ya da dışarıda şiddete uğrayan kadınlar için kapitalistlerin ve devletin tedbirler almasını öngörüyor. Özellikle sendikalı işyerlerinde, toplu sözleşmelerde kadın işçilere dönük eşitsizliğe ve ayrımcılığa karşı hükümler için referans niteliği taşıyor.

Kuşkusuz ki, İstanbul Sözleşmesi yürürlükte olduğu dönemde de belirleyici olan “yasalar” değil, kadınların ve özelinde de kadın işçilerin örgütlü mücadelesinin gücüydü.

AKP iktidarı, “eşcinselliği teşvik ediyor” demagojisine dayanarak İstanbul Sözleşmesi’ni feshettiğinde asıl amacı yalanlara başvurarak, kitleleri kutuplaştırarak, kadınlar üzerindeki baskı ve şiddeti gölgelemekti. Böylelikle sömürü düzeninin sorunsuzca devam etmesini sağlamak istiyordu.Şimdi ise İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmekle yetinmeyip kadınların kırıntı düzeyindeki haklarını da gasp etmenin hesaplarını yapıyorlar.

İstanbul Sözleşmesi feshedilirken, “Sözleşme ile uyumlu olarak hazırlanan 6284 Sayılı Yasa var ya!” diyorlardı. Şimdi ise Hüda-Par ve Yeniden Refah Partisi gibi gerici-karanlık odaklarla yapılan pazarlıkların sonucu olarak, 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunu ortadan kaldırmanın planlarını yapıyorlar. Bununla beraber kadınların nafaka hakkına göz dikiyor, kadınların üretime katılmasını sınırlandırmak istiyor, çocuk yaşta evlilikleri yasalaştırmanın hesaplarını yapıyorlar.

Kazanılmış haklarımızı, çocuklarımızın geleceğini çalmak isteyenlere izin verecek miyiz? Bugün önümüzde duran soru budur. Kadınlar başta olmak üzere tüm toplumu orta çağ artığı bir gerici karanlığa mahkûm etmek isteyenlere karşı haklarımızı savunmaya devam edeceğiz.

Eşitlik ve özgürlük mücadelesini yaşamın her alanında büyüteceğiz!