Dünyada ırkçılığın yükselişi ve işçi sınıfı

Avrupa’da, Türkiye’de ya da başka ülkelerde işçilerin emekçilerin yapması gereken şey savaş politikalarına karşı çıkmak ve sermayenin dayattığı sosyal yıkımı kesin bir şekilde reddetmektir. Bu ise “sınıfa karşı sınıf” eksenli örgütlü mücadelenin yükseltilmesiyle mümkün olur.

Bugünlerde sık sık Avrupa’da ırkçılığın yükselişte olduğuna dair haberlere rastlıyoruz. Bu sorunu anlamak için tartışmalar ve analizler yapılıyor. Konuyla ilgili yazılar yayınlanıyor. Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere, İspanya’da, İskandinav ülkeleri ve daha pek çok yerde şoven-ırkçı partilerin güç kazandığı görülüyor. Bu durum hem göçmenler hem o ülkelerin işçileri ve emekçileri için tehlike çanlarının çalması olarak değerlendiriliyor. Çünkü ırkçıların güç kazandığı yerde baskı, şiddet, ayrımcılık, cinsiyetçilik artar. Kaba bir sosyal demogoji yapılsa da hak arama mücadelesine tahammül edilmez. Gerçekte tüm emekçilere bir tür kaba kölelik dayatılır.

Irkçılık sadece AB ülkelerinin sorunu mu? Yazık ki değil. Türkiye gibi ülkelerde ırkçı partiler sık sık hükümet ortağı oluyorlar. Bununla da kalmıyor, devlet kurumlarında kadrolaşıp köşe başlarını tutuyorlar. Ancak bu bizimki gibi ülkelerde ‘olağan’ sayılıyor. Oysa ırkçılık her yerde işçilerin, emekçilerin, göçmenlerin, azınlıkların, kadınların baş belasıdır. Bu çağda yaygın olmasının temel sebebi ise sermaye sınıfının ırkçılığa alan açmasıdır. Hem devletin kolluk kuvvetleri ve istihbarat örgütleri hem kapitalistlerin borazanı olan medya el birliği ile ırkçılığı körüklüyor.

Irkçıların en çok istismar ettikleri şeyler sosyal sorunlar ve göçmenler konusudur. Her iki sorunu da doğrudan kapitalist sistem üretiyor. Neo liberal politikalara dayanan vahşi kapitalizm bir avuç sömürücüyü zengin ederken milyonları sefalete sürüklüyor. Göçmenliğin yaygınlaşmasının başta gelen nedeni ise savaşlardır. Bu savaşları da emperyalistler ve suç ortakları kışkırtıyor.

Hal böyleyken ırkçılar ne sosyal yıkımı dayatan kapitalizme karşılar ne de kışkırtılan savaşlara itiraz ediyorlar. Onlar, emekçilerin yaşamını olumsuz yönde etkileyen sorunları istismar ederek, siyasi güç toplama derdindeler. Böylece sorunları yaratan vahşi kapitalist sisteme büyük hizmetlerde bulunuyorlar. Zira emekçilerin tepkilerini hedefinden saptırıyorlar. Sorunları yaratan düzeni hedef olmaktan çıkarıp, tepkileri sistemin kurbanı olan göçmenlere yöneltiyorlar. Bunu yaparken, emekçiler arasına da nifak tohumları sokarak, onları sermaye karşısında güçsüz duruma düşürüyorlar. Bu tuzağa düşen emekçiler, yazık ki ‘kendilerini yakan cehennemin ateşine odun taşıyanlar’ konumuna düşürülüyor.

Kimse durduk yerde ülkesini terk edip sığınmacı durumuna düşmek istemez. Nitekim göçmenlerin çoğu ya savaştan ya zorba rejimlerden kaçan insanlardan oluşuyor. Göçmenliği ırkçılığı kışkırtmak için kullananlar tam da o savaşları kışkırtanlardır. Dolayısıyla emekçilerin kendi ülkelerinde göçmenlere karşı çıkmak yerine, o savaşları kışkırtan sermaye iktidarlarına karşı mücadele etmeleri gerekiyor. Bu mücadelede göçmen işçileri rakip görmek değil, müttefik haline getirmektir önemli olan. Yani esas sorun halkların kıyımına neden olan, onları göçe zorlayan savaşları önlemektir. Emekçiler bu bilinç ve örgütlülük düzeyinde olmadıklarında, yazık ki ırkçıların tuzaklarına düşüp ‘kendi ayaklarına kurşun sıkar’ hale düşüyorlar. 

Ülkemizde de temel sorunlardan biri budur. Suriye’den gelen göçmenlere karşı ırkçılık gündemi işgal ediyor. Oysa 2011’den önce Türkiye’deki Suriyeli sayısı 30 bin civarındaydı. Ancak emperyalistlerin Suriye’ye karşı açtıkları savaşın taşeronluğunu yapan AKP hükümeti, dünyanın 80 ülkesinden devşirilen cihatçı çetelere sınırı açtı. Böylece Suriye’nin yarısı yakılıp yıkıldı ve milyonlarca kişi Türkiye’ye sığındı. Türkiye, sınırlarını çetelere açmasaydı, Suriye’de büyük bir yıkım olmayacaktı. İnsanlar da göç etmek zorunda kalmayacaktı. Bu suça ortak olanlar, şimdi göçmen sorununu kullanıp şoven-ırkçılıkla emekçilerin zihin dünyalarını kirletmeye çalışıyorlar. Sömürü düzenine karşı mücadelede göçmen işçiler, rakip değil müttefiktir.

Tüm olaylar, kitlesel göçlere neden olan savaşların emperyalist devletler ve Türkiye gibi işbirlikçileri tarafından kışkırtıldığını gösteriyor. Sosyal yıkımı ise kapitalizm dolaysız bir şekilde yaratıyor. Hem tek tek ülkelerde hem dünya çapında… Bu sorunların arttığı yerde gelecek korkusuna kapılan emekçilerin bir kesimi de ırkçılığın tuzağına düşüyor. Bu ise, var olan sorunların giderek artmasına, daha da vahşi bir kapitalizme kapı açmaktan başka bir işe yaramıyor.

Avrupa’da, Türkiye’de ya da başka ülkelerde işçilerin emekçilerin yapması gereken şey savaş politikalarına karşı çıkmak ve sermayenin dayattığı sosyal yıkımı kesin bir şekilde reddetmektir. Bu ise “sınıfa karşı sınıf” eksenli örgütlü mücadelenin yükseltilmesiyle mümkün olur.

Bu mücadelenin gelişmediği yerde ırkçılar güç kazanıyor. Çünkü sınıf düşmanına karşı mücadele etmeyen işçiler/emekçiler, kendilerini sefalete sürükleyip güvensizliğe iten o sınıfın ırkçı temsilcilerinin dolgu malzemesi haline geliyorlar. Bundan dolayı sermaye sahipleri ırkçı partileri/örgütleri her zaman yedekte tutar, ihtiyaç duyduklarında kullanırlar. Türkiye gibi ülkelerde ise bu tür partiler her zaman şu veya bu şekilde sermayeye aktif bir şekilde hizmet ederler.

Görüldüğü üzere ırkçılığı üreten kapitalist sistemin ta kendisidir. Dolayısıyla işçi sınıfı ırkçılığa karşı mücadele ederken, bu belanın kaynağı olan sömürü ve kölelik düzenine, yani kapitalizme karşı da mücadele etmeliler. Söylendiği gibi, “Bataklık kurutulmadan, sivrisineklerle mücadele tam kazanılmaz!”