“Felaketler kadınları iki defa vuruyor. Yaşadığı çifte sömürü ve baskıyı katmerleştiriyor. Devletin toplumsal olarak yerine getirmediği her sorumluluk ise kadınların sırtına ek bir yük olarak biniyor. Emekçi kadınların kurtuluşu, bu ölüm ve sömürü düzenine karşı mücadeleden geçiyor.”
On bir ilde büyük bir yıkıma ve can kaybına yol açan Maraş merkezli depremlerin üzerinden tam bir yıl geçti. Resmi makamlar tarafından 53 bin denilerek gerçek gizlense de 100 binin üzerinde insanımız hayatını kaybetti. Kapitalizmin kar hırsı ve ülkeyi yönetenlerin basiretsizlikleriyle büyük bir felakete dönüşen depremlerin etkisinin daha uzun yıllar süreceği açık. Aradan bir yıl geçmesine rağmen, bölge halklarının acıları ve depremin ardından yaşadıkları sorunlar bitmek bir yana, farklı biçimlerde devam ediyor. Depremin “yaraları” bir türlü sarılmıyor. Ve bu böyle sürdükçe, yaşanan felaketin sonuçları daha da derinleşiyor.
Depremden sonraki süreçte yıkımın etkisini en çok kadınlar ve çocuklar yaşadı. Yaşamın yeniden inşa edilmesinde ve sorunların çözülmesinde kadınların sırtındaki yükler daha da büyüdü. Bugün yüz binlerce kadın hem deprem bölgesinde hem de göç etmek zorunda kaldığı şehirlerde büyük sorunlarla boğuşuyor.
Bunların başında derinleşen ekonomik krizin yol açtığı yoksullaşma geliyor. Yoksullaşma kadını toplumsal yaşamın dışına iterken en temel ihtiyaçlarını karşılamasının da önüne geçiyor. Bu durumda yaşanan büyük travmanın etkisine kendisi ve yakınları için duyduğu gelecek kaygısı ekleniyor. Yaşanılan yoksullaşma kadın ve sorumluluğu büyük ölçüde kadının sırtına kalan çocuklar için en temel ihtiyaçlara bile ulaşılamaması sorununu doğuruyor.
Diğer bir sorun alanını işsizlik oluşturuyor. Her derinleşen krizde olduğu gibi kadınlar iş alanının dışına itiliyor. Ya da ucuz iş gücü olarak azgın bir sömürü ve baskıya maruz kalıyor. Onbir kentin çoğunda özel bir ağırlık oluşturan tarım alanında çalışan kadınlar ise, tarım arazilerine el konulması, iş alanının daralması, bu alanlarda ucuz işçiliğin dayatılması vb. ile daha kötü çalışma koşullarına mahkûm ediliyor.
Kadınların diğer bir sorunu ise barınma ihtiyacı. Depremin ilk anından itibaren barınma depremzede emekçiler için en temel sorunların başında geldi. Yetersiz, sağlıksız ve geniş ailelerle birlikte çadırlarda yaşamak kadınlar için eziyete dönüştü. Hijyen koşullarından mahrum, tüm iş yükünün kadınların sırtına bindiği bu mekanlarda oluşan güvenlik sorunları için de hiçbir önlem alınamaz durumdaydı. Eşinden ayrılmış ve tek başına yaşayan kadınlar ise bu sağlıksız koşullardan dahi yoksun kaldı. İlerleyen zamanlarda kurulan konteyner kentlerde de yeni sorunlarla baş başa bırakıldılar. Depremzedelerin yaşadığı tüm sorunlar şiddeti de tetikleyen bir rol oynadı. Kadınlar şiddet karşısında savunmasız bir şekilde depremin ardından yaşadıkları travmalarla baş başa kaldılar. Ayakta kalabilenler ise ancak dayanışmanın gücüyle zorluklarla baş etme iradesi gösterebildiler.
Devlet eliyle faciaya çevrilen deprem elbette onu yaşayanlarda, hatta tüm toplumda derin sorunlar yarattı ve izler bıraktı. Bu sorun ve izler hala etkisini sürdürüyor. Ama yukarda anlatılan tablodan da anlaşılacağı gibi felaketler kadınları iki defa vuruyor. Yaşadığı çifte sömürü ve baskıyı katmerleştiriyor. Devletin toplumsal olarak yerine getirmediği her sorumluluk ise kadınların sırtına ek bir yük olarak biniyor. Emekçi kadınların kurtuluşu, bu ölüm ve sömürü düzenine karşı mücadeleden geçiyor.