Kapitalizmin dünya üzerindeki hakimiyetini sürdürebilmesinin, yaşadığı krizi öteleyebilmesinin tek koşulu işçi sınıfı ve doğanın daha azgın sömürüsü ve dünyanın toptan yok oluşa sürüklenmesidir. Dolayısıyla krizlere son vermenin tek yolu, emeğin azgınca sömürülmesine ve dünyanın talan edilmesine dayanan kapitalist sömürü düzeninin tarihe gömülmesinden geçiyor. İnsanlığın tek seçeneği sosyalizmdir.
Emperyalist-kapitalist dünya düzeni on yıllardır içinden çıkamadığı bir kriz batağında debelenip duruyor. Bu krizin faturasını ise başta işçi sınıfı ve emekçiler olmak üzere bütün bir insanlık ödüyor. Kapitalizm yalnızca milyarlarca insanı açlığa, yoksulluğa ve ölüme mahkûm etmekle kalmıyor. Doğayı da tahrip ederek bütün bir canlı yaşamını tehdit ediyor. İşçinin ekmeğine göz koyan, emeğini çalan bu düzen yıkım saldırıları ve saldırganlıkta sınır tanımıyor. Varlığını sürdürebilmek için insana ve yaşama dair her şeyi yok etmeyi göze alıyor.
***
Gündelik yaşamda “kriz” denildiğinde, genellikle değer kaybeden hisse senetleri, tırmanan işsizlik ve enflasyon rakamları tartışılıyor. Bu yaklaşım aslında “kriz”in kelime anlamına da uygun. Zira kriz kavramı, beklenmedik bir anda ortaya çıkan kötüye gidişi ifade ediyor. Ancak söz konusu olan kapitalist sömürü düzeni olunca, kriz kavramı bunun ötesinde bir anlam taşıyor. Krizin gerisinde kapitalizm için olmazsa olmaz olan sermaye birikiminin zora girmesi, kapitalistlerin kârlarını istedikleri oranda artıramamaları ve dünyayı istedikleri gibi yönetememeleri yatıyor. İnsanlık için tek gerçekçi seçenek olarak anlatıp durdukları kapitalizm bu yüzden durmadan yeni krizler üretiyor. Yani krizler kapitalizmde hiç de beklenmedik olaylar değil.
Bu yüzden kapitalizm koşullarında kriz tek başına ekonomik bir olgu değil. Yönetmekte zorlandıkça başvurmaktan geri durmadıkları polis devleti uygulamaları, dünyanın dört bir yanında tırmanan gericilik ve faşizm, hammadde kaynakları ile pazar alanlarının hakimiyeti için yaşanan dalaşmalar, insanı ve bütün bir canlı hayatını hiçe sayan savaşlar vb., tümü de içinden geçtiğimiz kriz sürecinin yansımalarıdır. Çünkü sistemin egemenleri yönetmekte giderek daha fazla zorlanıyor, zorlandıkça saldırganlaşıyorlar.
Kapitalizmin tarihinde sistemin çok büyük çöküşler yaşadığı süreçler ise dünya ölçüsünde yıkım savaşlarına yol açıyor. Biri 19. yüzyılın sonlarında, diğeri 20. yüzyılın ilk yarısında yaşanan ve “Büyük Depresyon” olarak tanımlanan bu süreçlerde yüzde otuzları bulan işsizlik, yüzde binleri bulan enflasyon oranlarını yaşadılar emekçiler. Ve bu iki büyük depresyonun ilki Birinci Dünya Savaşı’na, ikincisi de İkinci Dünya Savaşı’na yol açtı. Kapitalist dünyanın efendileri ancak dünyayı kan gölüne çevirip hammadde ve pazar alanlarını yeniden paylaştıklarında bir parça nefes alabildiler.
Bugün yaşadığımız kriz sürecini ise, 1970’lerde yönelinen ve ‘80’lerde yeni boyutlar kazanan neoliberal politikalarla birlikte ele almak gerekir. Bu sefer kriz bir dip dalga olarak değil, süreklileşmiş bir bunalım hali olarak yaşanıyor. Kapitalist sömürü düzeninin efendileri ne yaparlarsa yapsınlar eski mutlu günlerine dönemiyorlar.
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışı liberal piyasa kapitalizminin temel ilkesidir. Buna göre arada “ufak arızalar” olsa da kapitalizmin işleyiş yasalarına müdahale etmediğiniz sürece piyasa her zaman doğru yolu bulacaktır. Zaten bu “ufak arızalar” da hep piyasanın işleyişine yapılan müdahalelerden kaynaklanır! Bu anlayış 1929 krizi ile tuzla buz olduğunda farklı bir yöntem denendi. Piyasa kendi kendine dengeye oturmuyorsa, dengesini bulması zaman alıyorsa, piyasayı dengeye oturtmak için devlet müdahaleleri zorunluydu. Bununla birlikte aşılamayan krizin büyüttüğü sosyalizm tehdidi kapitalist-emperyalist dünyanın efendileri için bu müdahaleleri çok daha zorunlu hale getiriyordu.
Başlangıçta bu Keynesyen dönem kapitalistler için bulunmaz bir nimet oldu. Kâr oranları ve işçi sınıfının sömürüsü boyutlandı. Sosyal devlet uygulamaları ile işçi sınıfının ağzına bir parmak bal çalınırken, bu politikaların asıl nimetini yaşayanlar bir kez daha kapitalistler oldu. Ama doymak bilmez kâr hırsları 1970’lerle birlikte bir kez daha sistemin işleyişinin sınırlarına dayandı. Keynesyen politikalar lanetlenmeye, neoliberalizm kutsanmaya başlandı.
Yeni neoliberal dönemin ilk önemli adımı sosyal devlet uygulamalarına son verilmesi, kamu hizmetlerinin sınırsız bir şekilde piyasanın talanına açılması oldu. Ne de olsa gelinen aşamada sosyalizm artık güncel bir tehdit olmaktan çıkmıştı. Buna devasa servet birikiminin kârlılığını katlayacak bir finansal balonun oluşturulması eşlik etti. Aç gözlü kapitalistler artık işçi sınıfının yarattığı maddi zenginliklere el koymakla yetinmiyor, onun geleceğini de ipotek altına alıyorlardı. Tüm bunları yaparken işçi sınıfının sömürüsünü daha da derinleştirecek saldırı politikaları hayata geçirdiler. Zira dünya üzerindeki egemenliklerini sürdürmelerinin her şeyden önce işçi sınıfının zapturapt altında tutulmasına bağlı olduğunu çok iyi biliyorlardı. İşçi sınıfını örgütsüzleştirme saldırıları ile birlikte “yapısal reform” adı altında esnek çalışma, güvencesizlik, düşük ücret politikaları büyük bir hızla yürürlüğe konuldu.
Ve elbette yine hammadde, pazar ve nüfuz alanları üzerindeki egemenliklerini sürdürmek için bölgesel savaşları kışkırtmaya, gerici rejimleri desteklemeye devam ettiler.
Ne var ki kapitalizm bir kez daha duvara tosladı. Önce 2008 krizinde, ardından pandemi döneminde açgözlü kapitalistlerin imdadına yetişen yine kapitalist devletler oldu. Yaratılan toplumsal zenginlikler batan şirketleri kurtarmak, kapitalist sömürü düzeninin çöküşüne engel olmak için seferber edildi.
Bugün emperyalist-kapitalist dünyanın efendileri yaşadıkları krizden bir çıkış yolu bulabilmek için kara kara düşünüyorlar. Hatta, dünyayı yıkıma sürükleyen ve servet-sefalet uçurumunu her geçen gün daha da derinleştiren kendi doymak bilmez kâr hırsları değilmiş gibi, zenginlerden “servet vergisi” alınmasını önerenler bile var aralarında.
Kapitalizmin dünya üzerindeki hakimiyetini sürdürebilmesinin, yaşadığı krizi öteleyebilmesinin tek koşulu işçi sınıfı ve doğanın daha azgın sömürüsü ve dünyanın toptan yok oluşa sürüklenmesidir. Dolayısıyla krizlere son vermenin tek yolu, emeğin azgınca sömürülmesine ve dünyanın talan edilmesine dayanan kapitalist sömürü düzeninin tarihe gömülmesinden geçiyor. İnsanlığın tek seçeneği sosyalizmdir.
*-*-*-
Kapitalizmin tarihinde büyük bunalımlar
Bir krizler sistemi olan kapitalizmin tarihinde onu derinden sarsan büyük bunalımlar yaşandı.
“Uzun Depresyon” adıyla anılan ilk büyük kriz 1873 yılında başladı. 9 Mayıs’ta Viyana Borsası’nın çöküşüyle başlayan panik kısa sürede bir sistem krizine dönüştü. Bu kriz 1914’de Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine yol açan nedenlerden biridir. Büyük bir yıkıma ve milyonlarca insanın canına mal olan bu savaş emperyalistler için pazar ve nüfuz alanlarının yeniden paylaşılması demekti. Kapitalizm, yaşadığı bu büyük krizi ancak savaş çıkartarak atlatabildi.
İkinci büyük kriz 1929 yılında ABD’de başladı. ABD’deki büyük servet birikimi müthiş bir ekonomik sıçramaya yol açmış, borsada hisseler hızla yükselmişti. Ancak1929 yılının Ekim ayında aşağıya doğru gidiş başladı. Tarihe “Kara Perşembe” olarak geçen o gün borsa tam anlamıyla çöktü. Bir gün içinde 4 milyar doların üzerinde kayıp yaşandı ve 4 bin dolayında banka battı.
Çöküş kısa sürede dünyaya yayıldı ve yaklaşık on yıl süren bir krize dönüştü. Bu krizin sonucu olarak, ABD’nin GSYH’sı 1929’da 315 milyar dolar iken 1933’de 216 milyar dolara düşmüş, işsizlik oranı 1929’da yüzde 3.2 iken 1933’de yüzde 25’e yükselmişti.
Bu büyük krizin sonucu İkinci Dünya Savaşı oldu. Emperyalist-kapitalist sistemin efendileri yaşadıkları iki büyük krizi de milyonlarca insanın kanı üzerinden yürüttükleri pazar ve nüfuz alanları kavgası ile aşma yoluna gittiler.
2008’de ABD finans piyasalarının çöküşü ile başlayan kriz ise, 1970’lerde petrol krizi ile başlayan durgunluk döneminin daha bütünsel sert bir krize, yani bir “büyük bunalım”a doğru yol aldığının önemli bir işareti oldu. Finansal çarkın bozulması, kapitalist ekonominin aşırı üretim bunalımı gerçeğini tüm açıklığı ile gözler önüne serdi. Krizin teğet geçtiği iddia edilen Türkiye’de 500 bin kişi işsiz kaldı. Krize rağmen sadece Koç Holding’in net kârı ise 2 milyar TL’yi aştı.
Covid-19 pandemisi ise, etki ve sonuçları itibariyle dünya ekonomisinde 1929 krizi ile karşılaştırılabilecek bir daralma yarattı.