Kadın cinayetlerini durduracağız!

“Günlerdir ülkenin dört bir yanında kadın cinayetine karşı sesler yükseliyor. Kadınlar, gençler, emekçiler sokaklara çıkarak kadın cinayetlerinin son bulmasını, buna karşı önlemler alınmasını istiyor. Bu büyük öfke ve tepkiye rağmen kadın cinayetlerine çanak tutan iktidar geriletilemiyor, her türden gerici güruh kadınların haklarına saldırmaya devam ediyor.”

Narin Güran’ın ardından İstanbul’da iki genç kadın vahşi yöntemlerle katledildi. Aynı günlerde iki yaşındaki Sıla bebeğin uğradığı tecavüz sonrasında yaşamını yitirdiği haberi geldi. Ve bunlara Mersin, İstanbul ve Diyarbakır’da üç kadının daha katledilmesi eklendi.

Ortaya çıkan öfke ve tepkinin ardından iktidar sözcüleri cinayetleri faillerin psikopatlığına, bunalımlarına ve son olarak alkole bağladılar. Oysa tek tek bireylerin “sorunları”yla açıklanamayacak bir tablo var karşımızda. Günde üç kadının, üstelik en vahşi yöntemlerle katledildiği yerde bu cinayetleri münferit vakalar saymak, bu ağır tabloda iktidarın izlediği politikaların rolünü karatmak için başvurulan bir çabadır sadece.

AKP, 22 yıllık iktidarı boyunca, kadınlara dönük düşmanlığı bilinçli bir şekilde tırmandırdı. Kadınların kazanılmış haklarını bir bir tırpanladı. Kadına yönelik şiddete karşı görevleri tanımlayan İstanbul Sözleşmesi bir gecede feshedildi. Güdük de olsa şiddete karşı önlemler içeren 6284 sayılı yasanın uygulanmaması için devletin tüm kurumları seferber oldu. Şiddete uğrayan kadınların şikayetleri dikkate alınmadı, koruma kararı alınsa bile koruma tedbirleri uygulanmadı. Pek çok kadın çantasında uzaklaştırma kararları ile yaşamını yitirdi. İyi hal, haksız tahrik indirimi gibi hükümlerle şiddet uygulayanların sırtı sıvazlandı. Kadınlara dönük şiddet, taciz ve tecavüz failleri “örtülü aflar” ile serbest bırakıldı. Tüm bunlar yaşanırken, her türden gerici takımı iktidarla bir olmuş “kutsal aile”nin korunmasından bahsediyorlardı.

Bu tabloda şu soruları sormalıyız. Güya insanların yaşamlarını korumakla yükümlü olan devlet, neden kadınları şiddet karşısında korumuyor, şiddete karşı gerekli önlemleri almıyor? Dahası neden yasa ve uygulamalarla adeta failleri koruyor, şiddete davetiye çıkartıyor?

Çünkü bu sistem yalnızca emek sömürüsünden değil, aynı zamanda cinsler arasındaki eşitsizliğin sürdürülüp derinleştirilmesinden de besleniyor. Kadının çifte sömürüsü ve ezilmesi bu düzenin mayasında vardır. İkinci cins olarak görülen kadınların bu baskı ve sömürü düzeninden payına düşen ağır sonuçlardan biridir kadın cinayetleri.

 22 yıldır sermaye düzeninin dümeninde bulunan AKP iktidarının dini istismar eden politikaları ise kadınlar üzerindeki baskı ve şiddeti artıran bir rol oynamaktadır.

İki genç kadının vahşice katledilmesinin toplumda infial yaratmasının ardından siyasal iktidarın sözcüleri çıkıp büyük bir ikiyüzlülükle kadına yönelik şiddete karşı “sıfır tolerans” gösterdikleri yalanına sarıldılar. Gerici partilerin, tarikat ve cemaatlerin talebiyle kaldırmak için fırsat kolladıkları 6284 sayılı yasayı birdenbire kadına yönelik şiddete karşı mücadelede “en büyük devrim” olarak nitelendirdiler. Ardı ardına çıkardıkları “yargı paketleri” ile şiddet, taciz ve tecavüz faillerine “örtülü aflar” çıkartanlar, şimdi önceki yargı paketini tadil etmek için yeni bir yargı paketi hazırlığına giriştiler. Yeterince açıktır ki, kadına yönelik şiddetin sorumlusu olanlar, çözümün parçası olamazlar.

Günlerdir ülkenin dört bir yanında kadın cinayetine karşı sesler yükseliyor. Kadınlar, gençler, emekçiler sokaklara çıkarak kadın cinayetlerinin son bulmasını, buna karşı önlemler alınmasını istiyor. Bu büyük öfke ve tepkiye rağmen kadın cinayetlerine çanak tutan iktidar geriletilemiyor, her türden gerici güruh kadınların haklarına saldırmaya devam ediyor. Bunun nedeni tüm bu tepkinin henüz örgütlü olmamasıdır.

Bu yüzden işçi ve emekçi kadınlar bulundukları her alanda kadın cinayetlerine ve iktidarın gerici saldırılarına karşı örgütlenmelidir. Erkek işçi kardeşleri ile birlikte bu baskı ve eşitsizlik düzeninin son bulması için mücadele etmelidir. Devam eden eylemlerin büyütülmesi, gerçekleşmediği her alanda bunları örgütlemek için harekete geçmek, iktidarın saldırılarına karşı daha güçlü ve kararlı biçimde alanların doldurulmasını sağlamak, her emekçi kadının hem kendisi hem çocuklarının geleceği için vazgeçemeyeceği bir görevdir. Bu görevi yerine getirmek Ayşenur’a, İkbal’e, Sıla bebeğe ve katledilen yüzlerce kadın yoldaşımıza boynumuzun borcudur.