
“İşçi sınıfı ve emekçiler “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” şiarını yükselterek, emperyalist-siyonist saldırganlara hizmet eden politikalara karşı mücadele etmelidir. Bu, Türkiye işçi sınıfının bölge halklarına karşı yerine getirmesi gereken temel bir sorumluluktur.”
Ölene kadar saltanat koltuğunda oturmayı hedefleyen Tayyip Erdoğan, bunun için ABD ve İsrail’e hizmette kusur etmiyor. 2011’den bu yana cihatçı terör örgütlerine verdiği desteğin gerisinde aynı zamanda bu var. Bu sürecin sonunda HTŞ ve diğer IŞİD artıkları Suriye’yi işgal edebildiler. Bundan dolayı Erdoğan ABD ve siyonistlerden büyük takdir topladı. Bu da iktidar çevreleri tarafından sevinçle karşılandı. Zira onların desteği olmadan saltanat koltuğunda kalamayacağını çok iyi biliyor AKP. Kimi zaman İsrail’i “sert” sözlerle eleştirmesi ise bu suç ortaklığını gizleme telaşından kaynaklanıyor.
Önceki ABD Başkanı Joe Biden ile umduğu ilişkileri kuramayan Erdoğan, buna rağmen ABD emperyalizminin politikalarına hizmet etmeye devam etti. Trump’ın başa geçmesini ise büyük bir sevinçle karşılayarak, heveslerine ulaşmak için harekete geçmiş bulunuyor.
Kirli iş birliği!
17 Mart’ta açıklama yapan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, Erdoğan’ın Trump’la telefon görüşmesi yaptığını duyurdu. Açıklamaya göre, Trump-Erdoğan ikilisi “bölgesel ve küresel meseleleri” değerlendirdi. Erdoğan, “iki ülke arasındaki iş birliğinin yeni dönemde dayanışma içerisinde, sonuç odaklı ve samimi bir şekilde ilerleyeceğine dair inancının tam olduğunu” beyan etti.
Erdoğan’ın “dayanışma”dan söz etmesi boşuna değil. “Dayanışma”, efendi-uşak ilişkisini gizlemenin ve kirli iş birliğinin örtüsü oluyor. Erdoğan’ın Trump’tan belli beklentileri var. Ancak bunun karşılığında ne tür hizmetler yapacağını söylemiyor. Kirli pazarlıklar “dayanışma” lafıyla gizlenmeye çalışılıyor.
Ancak Trump ve arkasındaki oligarklar çetesi amaçlarını saklamıyor. Onlar, Erdoğan rejiminden Suriye’nin IŞİD artıklarına teslim edilmesinde oynadığı uğursuz rolün benzerini İran’a karşı da oynamasını istiyorlar. Bu elbette öncelikle soykırımcı Netanyahu rejiminin talebidir. Bilindiği üzere, AKP-MHP koalisyonu, soykırım yapan İsrail’e petrol, çelik gibi savaş malzemeleri dahil mal taşımayı hiç aksatmadı. Bu defa ise çok daha riskli bir “görev” konuluyor önlerine.
Nitekim azgın bir siyonist olan Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, telefon görüşmesi konusunda şunları söyledi: “Trump ve Erdoğan görüşmesi dönüşümseldi, yeterince haber olmadı, önümüzdeki günlerde etkileri görülecek.”
Trump’tan Erdoğan’a destek!
Erdoğan-Trump görüşmesi 17 Mart’ta açıklandı. Erdoğan, iki gün sonra 19 Mart darbesini başlatarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile arkadaşlarını tutukladı.
Türkiye’de polis copu, biber gazı ve gözaltı tehditlerine rağmen meydanları dolduran milyonlar tek adam rejiminin darbesine karşı direnirken, Washington’da açıklama yapan Trump, “Erdoğan iyi lider” diyerek desteğini sundu.
Erdoğan, Saraçhane direnişine katılımın milyona ulaştığı günlerde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı Amerika’ya gönderdi. 25-26 Mart’ta Trump rejimiyle görüşmeler yapan Fidan’ın, Erdoğan’ın Amerika ziyareti için hazırlık yaptığı da belirtildi. Görünen o ki, “dönüşümsel görüşme”nin ikinci perdesi yüz yüze yapılacak.
“İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!”
ABD’nin Ortadoğu politikasının önceliği İsrail’in güvenliğidir. Irak’ın işgali, Libya’nın parçalanması, Suriye’nin çökertilmesi, Yemen’in yıllardır bombalaması bununla da bağlantılıdır. Şimdi ise Filistin ve Lübnan direnişini ezmek, Yemen’deki Husi hükümetini yıkmak ve ardından İran’a da diz çöktürmek istiyorlar.
İşte Erdoğan rejiminin hizmet ettiği ABD-İsrail politikaları budur. Bu politika Türkiye ve bölge halklarını sırtından hançerlemek anlamına geliyor.
Tek adam rejimi içerde işçileri açlık sınırının altında bir yaşama mahkûm edip baskı ve zorbalığı tırmandırırken, dışarda da bu uğursuz politikalara hizmet ediyor. İşçi sınıfı ve emekçiler “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” şiarını yükselterek, emperyalist-siyonist saldırganlara hizmet eden politikalara karşı mücadele etmelidir. Bu, Türkiye işçi sınıfının bölge halklarına karşı yerine getirmesi gereken temel bir sorumluluktur.