Emperyalizmi bu ülkeden kovmanın yolu, her şeyden önce onun savaş örgütüne kapıyı göstermekten, Denizler’in yolunda denize dökmekten geçiyor.
Rusya-Ukrayna savaşı başladığında, bunun iki ülke arasında bir savaş olmadığı, ABD ile Rusya arasındaki bilek güreşinin yeni bir evresi olduğu genel kabul gören bir gerçekti. Geride kalan bir yılda yaşananlar, bu gerçeği teyit etmekle kalmadı, bu savaşın ABD tarafından sarsılan hegemonyasını yeniden kurmak için kullanıldığını da gösterdi. Rusya karşısında Avrupa’nın emperyalist devletlerini de safına çekerek hizaya sokan ABD, NATO’yu da bu çerçevede yeniden tahkim etti.
1949 yılında görünürde bir savunma anlaşması çerçevesinde kurulan NATO, on yıllar boyunca bir saldırı ve savaş örgütü işlevi gördü. Sözde Sovyetler Birliği’nden gelecek saldırılara karşı bir ittifaktı ama üye ülkelerde derin devlet organizasyonlarının da mimarı oldu. Birçok ülkenin iç işlerine dolaylı ya da doğrudan müdahalelerde bulundu. Asıl genişlediği dönem ise Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından gerçekleşti. Kuruluş gerekçesi ortadan kalkmıştı ama NATO, ABD politikalarının bir gereği olarak, Doğu Avrupa ülkeleri üzerinden genişlemesini sürdürdü. Hem de “iki kutuplu dünyanın sonu” hikayelerinin ortada gezdiği, kapitalizmin ebedi zaferinin ilan edildiği ve reel sosyalizmin yıkılışıyla birlikte dünyaya barış ve kardeşliğin egemen olacağı masallarının anlatıldığı bir dönemde…
Bugün de Finlandiya ve İsveç üzerinden devam eden genişleme süreci, ABD’nin dünya jandarmalığını sürdürme, hegemonyayı elden bırakmama arayışının bir ürünüdür. Rusya ve Çin’i kendi hegemonyasına tehdit olarak gören ABD, NATO’yu da kullanarak onları bertaraf etmeye çalışıyor. Geçtiğimiz yıl Haziran ayında Madrid’de gerçekleşen son NATO zirvesinde Rusya ve Çin’in tehdit olarak strateji belgesinde kendisine yer bulması da bu yaklaşımın bir sonucudur.
Bugün NATO tüm üye ülkelerine savunma harcamalarını arttırma tavsiyesi veriyor. Yani ABD emperyalizmi dünya üzerindeki hakimiyetini sürdürmek için dünyayı bir kez daha kan gölüne çevirmeye hazırlanıyor. Dahası, NATO üyesi herhangi bir ülkeye konvansiyonel silahlarla gerçekleşecek bir saldırıya nükleer silahlarla yanıt verileceğini söyleyerek, tüm dünyayı nükleer bir felakete sürüklemekten bile çekinmeyeceğini ortaya koyuyor.
Türkiye ise daha ilk günden NATO’nun kanlı politikalarına mızrak ucu olmaya aday olmuştur. 1952’de, ikinci Menderes Hükümeti döneminde Kore’ye gönderilen askerler karşılığında NATO’ya katılım vizesi alan Türkiye, dün Sovyetler Birliği’ne, bugün ise Rusya ve Çin’e karşı NATO’nun uzak karakolu pozisyonundadır.
Zaman zaman oy devşirmek için atılan Amerika karşıtı nutuklar bir tarafa, yirmi yıllık AKP döneminde de bu politikada en ufak bir değişiklik olmadı. Yandaş kanallarda yerli savaş uçağı masalları anlatılırken, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Finlandiya ve İsveç’e NATO vizesi verilmesi karşılığında ABD’den F-16 dileniyor. Bu ülkede hâlâ NATO üsleri var ve o üslere ABD’li generaller komuta ediyor. Ve bu topraklar hâlen NATO silahları ile kuşatılmış durumda.
Sadece AKP değil, ülkeyi AKP belasından kurtaracağını iddia eden Millet İttifakı bileşeni partiler de durumdan vazife çıkarmış bulunuyorlar. Finlandiya ve İsveç’in başvurularının hızla onaylanması gerektiğini vaaz ediyorlar. ABD emperyalizmine, ülkeyi onun çıkarları doğrultusunda yönetecekleri mesajını veriyorlar.
Biri “Ben sizi ikiletmem” derken, diğeri “Beni gözden çıkarmazsanız istediklerinizi ben de yapacağım!” diyor ABD’li efendilerine… Sözde bağımsızlıktan, onurlu ve dik duruştan dem vuranların hiçbiri NATO’nun bir saldırı ve savaş örgütü olduğunu söyleyemiyor. NATO’dan çıkılacağını, 12 Eylül askeri faşist darbesinin planlayıcılarının ülkeden kovulacağını bırakın dile getirmeyi, akıllarının ucundan bile geçiremiyorlar. Çünkü onlar emperyalizme uşaklık yapmaktan başka bir şey bilmiyorlar.
Emperyalizmi bu ülkeden kovmanın yolu, her şeyden önce onun savaş örgütüne kapıyı göstermekten, Denizler’in yolunda denize dökmekten geçiyor.
Bugün bu iradeyi gösterebilecek, emperyalizm ile bağları koparacak, NATO’dan çıkacak, NATO üslerini kapatıp halklara güven verecek tek güç işçi sınıfıdır. Ancak sosyalist bir işçi-emekçi iktidarı emperyalizmin ve NATO’nun bu topraklardaki egemenliğine son verebilir. Ancak dünya halklarının ortak mücadelesi dünyayı NATO belasından kurtarabilir.