Günlüğü 23 sentlik bir masraf karşılığında, ABD emperyalizminin çıkarları için ölmeye ve öldürmeye gönderilen gençler üzerinden “büyük devlet” olmakla övünülen bir dönemden bugünlere… Türk sermaye sınıfının emperyalizme kölece bağımlılığı devam ediyor.
Tarih 25 Temmuz 1950. ABD’li senatör Mc Cain’in Türkiye’ye gelerek kimi bakanlarla yaptığı görüşmelerin bir gün sonrası…
Bu görüşmelerin ardından Demokrat Parti alelacele Bakanlar Kurulu’nu toplar. Toplantıya Meclis Başkanı ve Genelkurmay Başkanı da katılır. Alınan karar Türkiye’nin Kore’ye asker göndermesidir. Düzen meclisinin kararına gerek bile duyulmaz. “Emir büyük yerden gelmiştir” ve “iç hukuk”la uğraşacak zaman yoktur. Nasıl olsa bir kılıf bulunur ve iş kitabına uydurulur.
Tüm gazeteler, radyolar bir anda savaş taraftarı kesilir, “komünizm tehlikesini ezmek, hür dünyayı ve medeniyeti kurtarmak için zaruri görevlerin” kendilerini beklediğini propaganda eder.
17 Eylül 1950 günü ABD gemileriyle 5 bin Türk askeri Kore Yarımadası’na hareket eder.
Binlerce kilometre ötedeki bir ülkeye asker göndermek, “ABD’nin yüksek himayesine girme” arayışının bir sonucudur.
Çünkü İkinci Dünya Savaşı’nın bitimi, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye kapitalizminin de dış ilişkilerinde yeni bir dönemi başlatmıştır. Savaşın ardından ABD’nin dünyanın tartışmasız egemen gücü olması, emperyalistler arası çelişkilerden yararlanma dönemini de artık sonlandırmış, Türk burjuvazisi ABD’nin gücüne kölece bağlanmıştır. Dahası Türkiye kapitalizminin gelişimi için emperyalist dünya ile daha ilerden bütünleşme temel bir hedef olmuştur. Böylece Sovyetler Birliği’ne karşı emperyalist dünyanın ileri karakolu misyonu üstlenilir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD zırhlıları ülkeyi “ziyaret” eder, ABD ile iktisadi ve siyasi antlaşmaların yanı sıra ikili askeri antlaşmalar imzalanır. ABD emperyalizmiyle kurulan bu ilişkiler, ekonominin yanı sıra politikada da tam bağımlı bir ilişki demektir.
CHP ile başlayan Demokrat Parti ile devam eden bu bağımlılık ilişkisi sonucu, Kore’ye asker gönderilmesinin ardından Türkiye, NATO üyeliğine kabul edilerek “ödüllendirilir”. Dönemin DP Milletvekili Samet Ağaoğlu’nun “Bir avuç kan verdik, ama büyük devletler arasına yükseldik” tanımlaması, ABD ile kölece ilişkilerin mahiyetini özetler. Sonrası; borçlar, hibeler, krediler ve doğrudan yatırımlar aracılığıyla ülkenin emperyalizme tam bağımlılığına giden yoldur.
Bugün AKP iktidarının, farklı emperyalist güç odakları arasında yaşanan hegemonya mücadelesinin yarattığı fırsatları/çatlakları kullanması var olan bu gerçeği değiştirmez. Yakın zamanın bir dizi gelişmesi buna tanıklık etmektedir. ABD emperyalizminin hedef ve çıkarları, Türkiye’de hangi partinin iktidarda olduğundan bağımsız olarak, son tahlilde belirleyicidir. İsveç’in NATO’ya üyeliğinin onay kararı bir kez daha bunu göstermektedir.
Bu bağımlılık ilişkisi kimi zaman “gönüllülük”, kimi zaman ise siyasi ve ekonomik baskı, kimi zaman da aşağılama olarak kendini gösterir. Yakın zamanda yaşanan Rahip Brunson olayı, Trump’un Erdoğan’a gönderdiği aşağılayıcı mektup ile Türkiye’nin bir gecede F-35 projesinden çıkartılması bunun çarpıcı örnekleridir. 73 yıl önce Kore’ye asker göndererek, NATO’nun ileri karakolu olma hevesi ile bugün emperyalist devletlerle kurulan ilişkiler arasında esaslı bir fark yoktur.
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles, Kore Savaşı vesilesiyle verdiği bir röportajında şunları söylüyor: “Türk askeri çok masrafsız, günlük masraf 23 senti aşmıyor.”
Günlüğü 23 sentlik bir masraf karşılığında, ABD emperyalizminin çıkarları için ölmeye ve öldürmeye gönderilen gençler üzerinden “büyük devlet” olmakla övünülen bir dönemden bugünlere…
Türk sermaye sınıfının emperyalizme kölece bağımlılığı devam ediyor.