Toplumu teslim almak için takılmaya çalışılan zincirleri ancak işçi sınıfı kırabilir, gerici atmosferi sınıf mücadelesi dağıtabilir. İşçi sınıfı ve emekçiler krizin faturasını ödemeyi reddetmeli, demokratik hak ve özgürlüklere sahip çıkmalı, keyfi gözaltı ve tutuklamalar karşısında tutum almalıdır.
Toplum bir bütün olarak baskı ve yasaklarla yönetilmeye çalışılıyor. Bir yandan ekonomik krizin tüm yükü işçi ve emekçilere yıkılırken, diğer yandan temel demokratik hak ve özgürlükler gasp ediliyor. Açlık, sefalet ve kölece çalışma koşulları genelleşiyor. Grev yasakları devreye giriyor, sıradan protesto hakkı yok sayılıyor, sendikal örgütlenme çabası kolluk desteğiyle engellenmek isteniyor. Yargı AKP iktidarının sopası olarak, kendinden olmayanı hizaya çekmek için kullanılıyor. Böylece toplumun geniş kesimlerine gözdağı verilmeye çalışılıyor.
Son dönemde artan baskı, gözaltı ve tutuklama furyası bu kapsamda gündeme geliyor. İlerici-devrimci güçlere, sendikacılara, gazetecilere, avukatlara, belediye başkanlarına vb. yönelik gözaltı kararları ve tutuklamalar peşi sıra yaşanıyor. Belli ki AKP-MHP iktidarı içinde bulunduğu çözümsüz sorunlar yumağı karşısında bir kez daha saldırılarını yoğunlaştırıyor ve ayakta kalmanın koşullarını yaratmaya çalışıyor. Bunun için mevcut sermaye düzeninin yasalarını hiçe sayan adımlar atıyor. Anayasayı, yasaları pervasızca ayaklar altına alıyor.
Devrimci Tekstil İşçileri Sendikası Genel Başkan Yardımcısı Fatma Alökmen, Ege İşçi Birliği Temsilcileri Yücel Memiş ve Serdar Gür ancak mizah dergilerine konu olabilecek bir hukuki süreç üzerinden hala tutuklular. Gazeteciler gazetecilik yaptıkları için uydurma gerekçelerle tutuklanıyor. Avukatlar mesleklerini yerine getirdikleri için, İstanbul Barosu yöneticisi iktidar hedef gösterdiği için, belediye başkanları “öyle gerektiği için” tutuklanıyor. Mücadele yürüten devrimci-sosyalist güçler için tutuklanmaya gerekçe bile sunmak gerekmiyor. Son olarak Ezilenlerin Sosyalist Partisi üye ve yöneticilerine yapıldığı gibi, “terör” yaftası ve klişe bir-iki cümle insanları dört duvar arasına kapatabilmek için yeterli görülüyor. Bu baskı furyasının son örneklerini ise “sektörde tekelleşme” tartışmasıyla başlayan ve Gezi Direnişi’ne bağlanan süreç ve Halk TV’de çalışan gazetecilerin gözaltına alınması oluşturuyor.
Birbirini tamamlayan ve toplumu boğucu bir atmosfer içine hapsetmeye çalışan bu saldırılara bakıldığında, görülen tablo açıktır. Siyasal iktidar tüm toplumu zincire vurma çabası içindedir. Ellerinde iktidar sopasını tutanlar, yargıyı, medyayı kendi ihtiyaçları için kullanıyor, işlerine nasıl geliyorsa öyle davranıyor ve herkesi bu saldırıların hedefi haline getiriyorlar. Öte yandan vurguncular, soyguncular, kara para aklayanlar, otelde, madende, depremde insan katledenler ellerini kollarını sallayarak dolaşıyorlar. Bu keyfiyete dayalı hukuk düzeniyle hedeflenen, ezip sindirmek yoluyla toplumun geleceğini teslim almaktır.
Söz söylemek, eleştirmek, protesto etmek, saldırılara karşı mücadele etmek haklı ve meşrudur. AKP iktidarı bu meşruluğu ortadan kaldırmaya, gerici düzenini korku ve gözdağı ile hareketsiz hale getirdiği bir toplum üzerine inşa etmeye çalışıyor. Açlığı, yoksulluğu, kölece çalışmayı kanıksamış, itaat eden, boyun eğmiş kitleler yaratmak istiyor.
Toplumu teslim almak için takılmaya çalışılan zincirleri ancak işçi sınıfı kırabilir, gerici atmosferi sınıf mücadelesi dağıtabilir. İşçi sınıfı ve emekçiler krizin faturasını ödemeyi reddetmeli, demokratik hak ve özgürlüklere sahip çıkmalı, keyfi gözaltı ve tutuklamalar karşısında tutum almalıdır.