Demokrasi kavgası değil, burjuvazi adınakimin yöneteceği kavgası!

Bugün tek adam rejimi ile CHP arasında devam etmekte olan kavga da bir demokrasi kavgası değil burjuvazi adına kimin yöneteceği kavgasıdır. Dolayısıyla işçi sınıfının bu kavgada taraf olmak gibi bir sorunu olamaz. Onun yapması gereken, kendi demokratik hak ve özgürlükleri için mücadele etmektir.

AKP-MHP iktidarı inşa ettikleri tek adam rejimini devam ettirebilmek için pervasız saldırılarına her gün bir yenisini ekliyor. Bir süredir bu saldırıların öne çıkan hedefi ise ana muhalefet partisi CHP. Elbette işçiler, kadınlar, öğrenciler, toplumun hak ve özgürlükler arayışında olan farklı kesimleri de bu pervasız saldırganlıktan paylarına düşeni almaya devam ediyorlar. Ama ne yazık ki bu yaşananlar AKP-MHP bloğu ile CHP arasındaki iktidar kavgası kadar gündeme taşınamıyor.

Burjuvazinin iki büyük siyasal temsilcisi arasındaki iktidar kavgası bir demokrasi tartışmasını da beraberinde getiriyor. CHP, tek adam rejiminin faşizan uygulamaları karşısında demokrasinin yılmaz bekçisi ve savunucusu ilan ediliyor. Oysa, tek adam rejimi belli bir olgunluğa erişene kadar “demokrasi”yi dilinden düşürmeyen, onun uğruna kavga eden AKP idi. Daha doğrusu öyle olduğunu iddia ediyordu. Erdoğan, bol bol demokrasi nutukları atıyor, askeri vesayet rejimine karşı mücadelesi kimilerince ayakta alkışlanıyordu.

Durum gerçekten böyleyse, bu “demokrasi sevdalıları”nı bu kadar birbirine düşüren nedir? Ya da demokrasi nedir? Kavgaları gerçekten demokrasi kavgası mıdır?

Demokrasinin “halk egemenliği” anlamına geldiği söylenir. Ne var ki sınıflı toplumlarda “halk egemenliği” bir sınıfın bir diğer sınıf üzerindeki egemenliğinin üzerini örten bir perdeden başka bir şey değildir. Burjuva düzende demokrasi iddia edildiği gibi halkın kendi kendisini yönetmesine değil, burjuvazinin emekçiler üzerindeki sınıfsal egemenliğinin bazı temsili mekanizmalar üzerinden görünmez kılınmasına hizmet eder.

Sınıfsal egemenliğin sahipleri belli aralıklarla gerçekleşen seçimleri ve genel oy hakkını demokratik düzenin varlığını kanıtlamak için öne sürerler. Bu seçimlerin hangi koşullarda gerçekleştiğinin ise onlar için bir önemi yoktur. Aynı şekilde demokrasinin ayrılmaz bileşeni olan toplantı, basın, örgütlenme özgürlüğünün de… Bu haklar elbette burjuva demokrasilerinde çoğu zaman kâğıt üzerinde yazılıdır. Ama bu hakların kullanımı ekonomik, sosyal vb. sayısız engelle sürekli olarak kısıtlanır. Bu engellerin yetmediği yerde ise türlü yollarla yasal ve fiili engeller icat edilir.

Bu burjuvazinin daha iktidarı eline aldığı ilk günden beri doğal davranış çizgisidir. Lafa gelince burjuvazi elbette bu hakları savunur. Ama sıra işçi sınıfının, toplumun ezilen katmanlarının bu hakları kullanmasına geldiğinde, burjuvazinin ikiyüzlülüğü tüm çıplaklığı ile ortaya serilir. Bu, 1789 Fransız Devrimi başta olmak üzere burjuva demokrasilerinin yolunu açan tüm devrimlerde böyle olmuştur. Bu yüzden büyük toplumsal devrimlerde işçi sınıfı burjuva cumhuriyete karşı sosyal cumhuriyet, burjuva demokrasisine karşı proleter demokrasi kavgasını vermiştir. Türkiye’de ise demokratik kurumlar ve işleyiş sözünü ettiğimiz en dar sınırlarda bile ilk günden beri sakattır, çarpıktır.

Devlet ise burjuvazinin sahte demokrasi yanılsamasını ayakta tutmak için kullandığı en temel aygıttır. Onun anlattığı efsaneye göre, demokrasi nasıl halkın egemenliği demekse, devlet de sınırları içinde yaşayan tüm yurttaşların devletidir. Gerçekte ise demokrasi gibi devlet de işçi sınıfı başta olmak üzere toplumun ezilen kesimlerini denetim altında tutmanın aracından, bir baskı ve zorbalık aygıtından başka bir şey değildir.

Bugün tek adam rejimi ile CHP arasında devam etmekte olan kavga da bir demokrasi kavgası değil burjuvazi adına kimin yöneteceği kavgasıdır. Dolayısıyla işçi sınıfının bu kavgada taraf olmak gibi bir sorunu olamaz. Onun yapması gereken, kendi demokratik hak ve özgürlükleri için mücadele etmektir.