Çoğu işçi için ücret, harcadığı emeğin karşılığı olarak “işveren” tarafından ona ödenen paradır. Bu çok doğru görünen tanımlama aslında kapitalist sistemin temel işleyişini ve biz işçilerin gerçekte nasıl sömürüldüğünü görünmez kılan bir aldatmacanın ürünüdür. “İşveren” diye adlandırılan kapitalist, ücreti emeğimizin değil emek gücümüzün karşılığı olarak öder. Bu ayrım fazlasıyla önemlidir. Zira kapitalizmde emeğimizin tam karşılığı asla ödenmez. Eğer bu ödenmiş olsaydı kapitalizm diye bir sistem olmazdı.
Kapitalizm emekçileri geçim araçlarından kopararak gelişmiştir. Günümüzün kapitalist toplumunda işçi ve emekçiler ihtiyaçlarını karşılamak için emek güçlerini üretim araçlarını ellerinde bulunduran kapitalistlere satmak zorundadırlar.
Biz bir işe girmek için başvurduğumuzda, ortada henüz ne bir ürün vardır ne de harcanmış bir emek. Kapitalist bizim emek gücümüzü, yani çalışma potansiyelimizi satın alır. Bu gerçekleştikten sonra emek gücümüz bizim olmaktan çıkar ve kapitalistin hizmetine girer. Ücret, kapitalistin satın aldığı emek gücümüzün karşılığında bize ödediği parasal değerdir. Bu parasal değerin bizim piyasa için ürettiğimiz ürünlerin (metaların) değeri ile doğrudan bir ilişkisi yoktur. Bu işleyişte emek gücümüzün kendisi pazarda alınıp satılan diğer şeyler gibi bir meta haline gelir. Kölelerden tek farkımız emek gücümüzü satma hürriyetimizdir.
O zaman bu metanın, yani emek gücümüzün değeri nasıl belirlenir? Her meta gibi emek gücünün değeri de, kendisini üretmek/yeniden üretmek için ihtiyaç duyulan “toplumsal olarak gerekli emek zamanı” ile belirlenir.
Örneğin bir işçinin emek gücüne biçilen değer, o işçinin ertesi gün, ay ya da yıl çalışmasını sağlayacak olan yiyecek, içecek, barınma vb. maddi ihtiyaçlarının yanı sıra kültürel vb. pek çok başka gereksiniminin de hesaba katılmasıyla ortaya çıkar. Sistem kendi geleceğini düşünerek bu hesaplamaya işçinin ailesinin giderlerini de katar. Böylece hem yeni nesillerin yetiştirilmesi ile gelecekteki işgücü ihtiyacı karşılanmış olur, hem de harcadığı emek üzerinden yıpranan işçinin yeniden işe hazır hale gelmesi sağlanır. Aile bu bakım ve yeniden üretim işlevinin meydana geldiği yerdir. Kapitalizmde ailenin sözde kutsanması da bu yüzdendir.
Tüm bu anlatılanlardan ortaya çıkacağı gibi, kapitalizmde emeğimizin karşılığını almak diye bir şey yoktur. Ücretler emeğimizin karşılığı değildir. Ve sistem devam ettiği sürece hiçbir zaman mümkün olamaz.
Kapitalist işçiyi ihtiyaçlarını karşılasın, kendisinin ve ailesinin karnını doyursun diye işe almaz. Onun amacı işgücünü satın aldığı işçinin emeği üzerinden artı değer yaratmak, ürettiği ürün üzerinden kâr sağlamaktır.
İşçi çalışma süresinin belli bir kısmında kendi üretim maliyetlerini, yani ücretini çıkarır. Örneğin; bir işçi günde 8 saat çalışıyorsa, bunun 2 saati ile kendi yevmiyesini çıkarmış olur. Geri kalan 6 saat kapitaliste kalır. İşçinin kendi işgücünün değeri üzerinde yarattığı ve kapitalist tarafından karşılıksız olarak el konulan değere artı değer denir. Kapitalistin artı değere el koyma aracılığıyla elde ettiği sermaye büyümesi ise kâr olarak adlandırılır.
Kapitalist sistem işçileri aynı bir makine gibi ele alır. Nasıl bir makinenin verimli çalışması için onun bakım ihtiyaçlarının karşılanması ya da yeni makineler yapılması için araştırmaya fon ayrılması gerekiyorsa, işçinin ücreti de kapitalizmde bu işlevi görür.
Fakat ortada bir pazar ve bu pazarda işgücünü alan ve satan olduğuna göre, esasında kapitalist ücreti tek taraflı olarak belirleyemez. Kapitalist işgücümüzü olabilecek en düşük değer üzerinden, yani işgücümüzün maliyeti neyse onun üzerinden (çoğu zaman, özellikle de kriz dönemlerinde onunda altında) satın almaya çalışır. Bu durumda bize sefalet dışında bir şey kalmaz. Bizse işgücümüzü olabilecek en yüksek değer üzerinden satmaya çalışırız. Ancak işçi hareketinin zayıf, bizlerin örgütsüz olduğu koşullarda bunu başarmak mümkün olmaz. Ayrıca dışarda çok fazla işsizin (yedek işgücü ordusu) bulunduğu koşullarda, bu hem ücretlerimizin değerini düşürür hem de işten atılma korkusu nedeniyle bizi mücadeleden alıkoyar.
Geçtiğimiz günlerde açıklanan asgari ücret süreci üzerinden bu tabloyu somut olarak görmek mümkündür. Açıklanan asgari ücret neredeyse açlık sınırına yakındır. Bunun sebebi işçi sınıfının örgütsüz olmasıdır. Ortada gerçek bir pazarlık ve buna dayalı mücadele olmadığı için kapitalistlerin istediği olmuş, kapitalistlerin çıkarlarının savunucusu olan devlet de onlardan yana tutum almıştır.
Kapitalist sistemin bu işleyişini bilimsel olarak ilk ortaya koyanlar Karl Marx ve Friedrich Engels’tir. Marx ve Engels, işçi sınıfı ve emekçilerin ücretlerini ancak örgütlenip, mücadele ederek yükseltebileceklerini, ancak bunun geçici olacağını, asıl yapılması gerekenin bu ücretli kölelik düzeninin son bulması için mücadele etmek olduğunu ortaya koymuşlardır.
İşçi sınıfı ve emekçiler bu bakış açısıyla hareket etmeli, daha iyi bir ücret, yaşam ve çalışma koşulları için mücadeleyi ücretli kölelik düzenine karşı mücadeleyle birleştirmelidirler.