Önümüzdeki günlerde DİSK’in 56. kuruluş yıldönümü kutlamaları yapılacak. Muhtemelen salon toplantıları ile geçmiş yad edilecek, yaratılan mücadele değerlerinden övgüyle söz edilecek. DİSK’in ve bağlı sendikaların bu değerlerin yılmaz savunucusu ve mücadele geleneğinin devamcısı olduğu, DİSK tarihine ölçüsüz güzellemelerle birlikte anlatılacak.
Peki öyle mi gerçekten? Bugünkü DİSK ve ona bağlı sendikalar ‘60’lı ve ‘70’li yılların mücadele geleneğinin devamcısı mı?
1960’lı yıllardan itibaren gelişen işçi hareketi açısından, DİSK’in kuruluşu önemli bir dönemeçtir. 13 Şubat 1967 tarihi, tabanda biriken mücadele istek ve kararlılığının, Türk-İş şahsında temsil edilen sermaye güdümlü sarı sendikal anlayışı aşmasını temsil ediyordu. DİSK, kurulmasıyla birlikte bu harekete önemli bir dinamik katmış, güçlenen mücadele birikiminin bir çatı altında toplanmasını sağlamıştır. DİSK ve işçi hareketi birbirini iterek ilerlemiştir. DİSK, fabrika işgalleri, militan grevler ve kararlı eylemlerle büyüyen işçi hareketini militan bir önderlik anlayışıyla kucaklamaya çalışmıştır.
Kuşkusuz dönemin DİSK’i de devrimci sınıf perspektifi açısından bir dizi eksik ve sorunlu yan taşımıştır. DİSK’e hâkim anlayışların dar siyasal ufukları, düzeni aşmayan reformist bakış açıları, işçi hareketinin belli sınırları aşmasına çoğu zaman engel olmuştur. Bunun en bilinen örneği büyük 15-16 Haziran Direnişi’dir. Ancak bu, sendikal alanda güçlü bir mücadele deneyimi üzerinden şekillenen DİSK’in Türkiye sınıf hareketi tarihinde tuttuğu özel rolü önemsizleştirmez. DGM boykotları, faşizme ihtar eylemleri, 1 Mayıslar, Tariş Direnişi vb. gibi eylemler Türkiye sınıf hareketini her geçen gün daha siyasal bir hatta çekmiştir. Bu militan eylem çizgisinin örgütleyicisi olarak DİSK’in burada oynadığı rol küçümsenemez.
12 Eylül darbesi devrimci hareketi ve toplumsal muhalefeti ezerken, siyasallaşan işçi sınıfının ortak çatısı olarak gördüğü DİSK’i de kapattı. Darbeye karşı direnemeyen işçi hareketi bu dönemde çok büyük kayıplara uğradı. Kayıplarını kısmen de olsa telafi etmeye yönelik ‘89 Bahar Eylemlilikleri dalgası ise 1991 Körfez Savaşı’yla kesintiye uğradı. 1992 yılında DİSK yeniden açıldığında, Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin dünya çapında yol açtığı ideolojik kırılmadan tüm toplumsal muhalefet güçleri paylarına düşeni almışlardı. 12 Eylül yenilgisinin etkileri, Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin yol açtığı ağır tahribat ve yeniden toparlanan işçi hareketinin geri çekilmeye başlaması, bu yeniden kurulma sürecine rengini verdi. Sınıf sendikacılığının yerini “çağdaş sendikacılık”, dişe diş mücadelenin yerini uzlaşmacılık, militanlığın yerini pasifizm aldı. İşçi hareketinin bir türlü beklenen çıkışı yapmamasıyla birlikte bu süreç DİSK’e hâkim bürokratik sendikal anlayışın kurumsallaşmasını sağladı. Sınıfa, sınıf mücadelesine güvenin yerini sonuç almak için burjuva partilerle iyi ilişkiler, geçmişin mücadeleyle kazanma iradesinin yerini sermayenin ihtiyaçlarını gözeten bir “gerçekçilik” anlayışı aldı. Bu aslında DİSK’in tarihsel olarak içinden koptuğu sendikal anlayışa günün koşulları içinde geri dönmesi manasına geliyordu.
Bugün işçiler DİSK’in ve bağlı sendikaların güncel süreçlerde aldıkları tutumlara ve söylemlerine bakıp bu evrimi görebilecek durumdadır. DİSK’e bağlı bazı sendikaların yer yer aldıkları tutumlar, örgütledikleri bazı mücadeleler ise çoğu zaman taban basıncının ürünü olarak gerçekleşmekte, dolayısıyla genel tabloyu değiştirmemektedir. Bugünkü DİSK, tıpkı diğer konfederasyonlar gibi bürokratik-uzlaşmacı bir çizgiye hapsedilmiş durumdadır. Onu oradan çıkarmak elbette ki geçmişe dair nostaljik güzellemelerle sağlanamaz.
Bugün işçi hareketi ‘60’lı ve ‘70’li yıllardaki mücadele düzeyinden uzaktır. Ancak son yılların sınıf mücadelesi tablosuna bakıldığında, alttan alta mayalanan birikimin yeni doğuşlara gebe olduğu görülmektedir. Günün görevi, bu birikimi geliştirip ilerletmektir. Sendikalarımızı uzlaşmacı-bürokratik anlayıştan kurtararak, onları yeniden sınıf mücadelesinin araçları haline getirmektir. Bunun sadece “sendika içi mücadele”lerle sağlanabilmesi ise mümkün değildir. Bunun yolu yeni Greiflar, Metal Fırtınalar, direnişler, eylemler örgütlemekten ve bunlara dayanarak işçi sınıfını bağımsız örgütlü bir güç olarak siyasal alana çekmekten geçmektedir.