Toplumu korku atmosferi içinde sessizleştirme politikalarına yanıtımız, örgütlü mücadeleyi büyütmek olmalıdır. Dayanışmanın açığa çıkardığı kuvveti, hesap soran bir güce dönüştürmeliyiz. Yılları bulan despotluğu kırmanın da, deprem felaketinin yaralarını sarmanın da yolu buradan geçmektedir.
Yaşanan felaket sonrası halkın yaralarını sarmak için neredeyse kılını kıpırdatmayan iktidar ve devlet görevlileri sürekli parmak sallıyor, toplumsal muhalefeti, yardıma koşan gönüllüleri, hatta bizzat depremzedelerin kendisini tehdit ediyorlar. Aslında bunda şaşıracak bir şey olmadığı gibi bu yeni bir durum da değil. Sömürü üzerine inşa edilmiş bu düzende ne zaman yönetememe krizi yaşansa, baskı ve tehditler daha görünür hale gelir. Çünkü kapitalist sistemde devletin temel misyonu, sömürü üzerine kurulu düzenin devamlılığını sağlamak, onu tehditlerden korumaktır. Yasalar, kurumlar, kolluk güçleri, medya gibi birçok mekanizma, bu sistemin devamlılığı için vardır. Ne zaman düzen teşhir olur, eldeki “iyi niyet” mekanizmaları işlemez ve düzen sorgulanmaya başlanır, işte o vakit baskı, yasak ve şiddet demokrasi perdesini yırtarak tüm çıplaklığı ile açığa çıkar!
Halktan korkanlar ona parmak sallar
Erdoğan 7 Şubat günü Ankara’dayken yaptığı açıklamada, “Gün tartışma günü değildir. Günü geldiğinde şu anda tuttuğumuz defteri de açacağız” diyerek ilk tehdidini savurdu. Deprem bölgelerinden gelen çağrılara kulaklarını tıkayarak savrulan bu ilk tehdit, sürecin işaret fişeği olarak görüldü. Gönüllülere yönelik iftira kampanyaları başlatıldı. Ahbap başta olmak üzere devletin içine düştüğü aciz durumu istemeden de olsa açığa çıkaran dernekler ve kurumlar hedef alındı. Deprem sürecinin takip edildiği, dayanışmanın örgütlendiği ve toplumsal muhalefetin ses çıkarttığı Twitter bir süre kapatıldı, OHAL ilan edildi. Bahçeli de her zaman olduğu gibi Erdoğan’dan geri kalmadı: “Depremden menfaat devşirmek isteyenler hata yapar. Depremden menfaat devşirmenin arayışında olanlar ahlaksızlığın markalarıdır. Bunları tek tek not aldığımız da çok iyi bilinmelidir.” dedi. Bunu bazı milletvekilleri ve medyadaki trol ordusu takip etti. Tümü birden koro halinde halka parmak sallamaya başladılar. Hatta Süleyman Soylu yardım kuruluşlarını kast ederek “devlete şirk koşanlardan hesap sorarız” demeye kadar işi vardırdı.
Yirmi yılın hesabı sınıfımızın belleğindedir!
AKP iktidarı artık ömrünü doldurduğunun farkında. Bu yüzden ortaya çıkan her inisiyatiften, kendi kontrollerinde olmayan her girişimden ölesiye korkuyorlar. Bunun bir yardım dayanışma kampanyası olması bile, korku ve tedirginliklerini dizginleyemiyor. O kadar çamura batmış o kadar kirlenmiş durumdalar ki iyi, temiz, güzel olan her şey onlara düzenlerine bir başkaldırı gibi geliyor.
Kapitalizm işçi sınıfı ve emekçiler için her zaman felaket düzeni olmuştur. Açlık, insanlık dışı çalışma düzeni, iş cinayetleri, meslek hastalıkları, işçilerin her gün karşılaştığı felaketin artık “sıradan” yönleridir. Ancak AKP döneminde tüm bunlar yepyeni boyutlar kazanmıştır. Toplum her alanda bir baskı rejiminin hakimiyeti altına alınmıştır. Bunun yarattığı birikimin en çok da iktidar farkındadır. Bu yüzden hızla harekete geçip depremin yaralarını sarmaya çalışmak yerine, öncelikle tehditler savurma yolunu tutuyorlar. Yaşadıkları bocalama ve krizi bu yolla aşmaya çalışıyorlar.
Korkularının nedeni, sınıfımız başta olmak üzere toplumsal muhalefetin yılları bulan baskı, şiddet ve tehdit mekanizmasını kırma potansiyelinin yükselmesidir. Bu korku yersiz değildir. İşçi sınıfının belleği yirmi yıllık AKP iktidarı döneminin açığa çıkarttığı ölüm ve yıkımın notları ve kötü hatıraları ile doludur. Depremin ortaya çıkardığı çöküş bunları tetiklemiştir.
Toplumu korku atmosferi içinde sessizleştirme politikalarına yanıtımız, örgütlü mücadeleyi büyütmek olmalıdır. Dayanışmanın açığa çıkardığı kuvveti, hesap soran bir güce dönüştürmeliyiz. Yılları bulan despotluğu kırmanın da, deprem felaketinin yaralarını sarmanın da yolu buradan geçmektedir.