Bu ülkede NATO’nun ve NATO’nun savaş politikalarının karşısında durabilecek tek güç örgütlü işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı bu savaş ve saldırı örgütünün genişlemesine karşı durmalı, üslerin kapatılmasını ve Türkiye’nin derhal NATO’dan çıkmasını talep etmeli, bu savaş örgütünün dağıtılması için çaba harcamalı, bu eli kanlı örgüte karşı çıkamayanlara ise prim vermemelidir.
Finlandiya’nın NATO üyeliği 30 Mart’ta TBMM’de, oylamaya katılan 276 milletvekilinin tamamının “Evet” oyu vermesiyle onayladı. Böylece Erdoğan’ın ABD yönetimine verdiği bir söz daha yerine getirilmiş oldu.
Bu gelişme ne yazık ki yaklaşmakta olan seçimlerin gölgesinde kalarak hak ettiği ilgiyi görmedi. Oysa tam da bu nedenle daha fazla gündem olması ve tartışılması gerekiyordu.
Sonuçta NATO’dan, bugüne kadar milyonlarca insanın ölümüne yol açan bir savaş örgütünden söz ediyoruz. ABD’nin dünya jandarmalığı yaparken kullandığı en etkili aracından. Finlandiya’nın NATO’ya dahil olması bu savaş ve saldırı örgütünün bir ülkeyi daha kendi cenderesi içine alması manasına geliyor.
NATO kurulduğundan bu yana dünya halklarına kan ve gözyaşından başka hiçbir şey vermedi. Yeri geldi mazlum hakların mücadelesini bastırmak için kullanıldı. Yeri geldi şu veya bu ülkenin iç işlerine emperyalist müdahalenin aracı oldu. İşçi sınıfının ve ezilen halkların mücadelesine karşı emperyalist-kapitalist sistemin çıkarlarını savundu. Bu çıkarlar için savaşlar çıkardı, kontrgerilla örgütlenmeleri kurup darbeler tezgahladı.
NATO’ya ve onun hizmet ettiği emperyalizme karşı tutum, herkes için bir turnusol kağıdıdır bu ülkede.
Bu oylama sürekli “milli” olmaktan bahseden, fırsat buldukça emperyalist dünyaya karşı sahte kabadayılık gösterileri yapan AKP iktidarının ve Erdoğan’ın gerçekte emperyalizmin sadık bir uşağı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Küresel güçlere sözde meydan okurken, aynı güçlerin savaş örgütüne ev sahipliği yapmakla övünmek ancak Erdoğan’ın başarabileceği bir ikiyüzlülük örneğidir. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini pazarlık malzemesi yapmaya çalışan Erdoğan ve şürekâsının İsveç konusunda da yelkenleri indirmesi çok sürmeyecektir.
Peki ya bu ülkeyi AKP belasından kurtarmaya aday olanlar? Millet ittifakı partilerinin temsilcileri görüşmeler sırasında NATO’yu dünya demokrasisinin koruyucusu olarak göklere çıkarttılar. NATO’nun genişlemesine “Evet” oyu verirken, bu ülkede iktidar olmanın yolunun ABD’li efendilerinin onayını almaktan ve onun gözüne girmekten geçtiğini elbette ki iyi biliyorlardı.
Ya TBMM kürsüsünü işçi sınıfının ve ezilenlerin mücadelesi için kullandığını iddia eden HDP’li ve TİP’li vekillere ne demeli! Oylamaya katılmamış olmak ne yazık ki onları da bu kara lekeden kurtarmıyor.
1960’lı yıllardan beri bu ülkenin onurlu işçileri ve devrimci gençleri emperyalizme ve onun savaş örgütü olan NATO’ya karşı mücadele ediyorlar. Bu mirası yeri geldiğinde halen savunan bu partiler, meclis kürsüsünde bezirganların suratına NATO’nun bir savaş örgütü olduğunu haykırmaktan imtina ettiler. Değil NATO’nun genişlemesine, Türkiye’nin NATO ülkesi olarak kalmasına bile karşı olduklarını dile getirmediler. Aksine HDP ciddi ciddi Finlandiya’nın güvenlik kaygıları bulunduğu, bunu meşru gördüklerini, bu yüzden oylamada hayır oyu kullanmadıklarını açıklayabildi.
Böyle davrananların Deniz Gezmişler’in mirasından bahsetmeleri, bağımsızlık ve demokrasiden dem vurmaları, hatta kendilerini sosyalist ilan etmeleri ciddiye alınabilir mi?
Bu ülkede NATO’nun ve NATO’nun savaş politikalarının karşısında durabilecek tek güç örgütlü işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı bu savaş ve saldırı örgütünün genişlemesine karşı durmalı, üslerin kapatılmasını ve Türkiye’nin derhal NATO’dan çıkmasını talep etmeli, bu savaş örgütünün dağıtılması için çaba harcamalı, bu eli kanlı örgüte karşı çıkamayanlara ise prim vermemelidir.