Hak ve özgürlük mücadelesini büyütelim!

Bugünün Türkiye’sinde insanca bir yaşam koşullarının yolu sermayenin demir yumruğu AKP iktidarına ve onun efendilerine karşı verilecek siyasal mücadeleden geçmektedir. Yalnız tarihsel deneyim değil bugün yaşananlar da kendisinin ve toplumun demokratik hak ve özgürlükleri için mücadele etmeyen işçi sınıfının kendi emeğini de koruyamayacağını göstermektedir.

Geçtiğimiz hafta Merkez Bankası politika faizini 5 puan daha artırarak yüzde 30’a yükseltti. Faiz artışlarının temel gerekçesi iç talebi sınırlamak. Siyasal iktidar şimdi de insanların tüketim harcamalarını kısarak enflasyonu düşüreceğini iddia ediyor. “Sıkı para politikası” adı verilen bu uygulamalar geçmişte IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası emperyalist kuruluşların dayatması olarak sunulurdu. Sunulurdu diyoruz, zira aslında Türkiye’nin kalburüstü kapitalistleri bu programların esas sahibi ve savunucusuydu. Bugün ise AKP tarafından uygulanıyor ve sermaye sınıfının sözcüleri tarafından alkışlanıyor. 

Yabancısı olmadığımız bu tür programların sonuçlarının ne olduğunu geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz. Reel ücretlerde ve alım gücünde düşüş, işsizliğin artması, yüksek vergilerle halkın soyulması vb… Erdoğan ve maliye bakanı bunların gelecek güzel günler için katlanılması mecburi tedbirler olduğuna bizleri inandırmaya çalışıyorlar.

Ya muhalefet(!) partileri? İşçi sınıfı ve emekçileri ülke tarihinin en derin yoksulluğuna mahkûm eden bu politikalar karşısında onların itirazları da suya sabuna dokunmayan türden. İşin özüne, krizin faturasının işçi ve emekçilerin sırtına bindirilmesine esastan bir itirazları bulunmuyor. Nasıl bulunabilir ki? Tüm söylemlerini Erdoğan’ın “faiz neden, enflasyon sonuç” argümanının eleştirisi üzerine kuran düzen muhalefetinin vaadi de ekonomiyi “reel zemin”e oturtmaktı. Fiilen dağılmış olan altılı masanın bazı aktörlerinin “Şimdi dediğimize geldiniz” diye böbürlenmesi boşuna değil.

Erdoğan iktidarıyla ara ara gerilim yaşıyor gibi görünen büyük patronlara gelince, emekçi halkın boynundaki kemer sıkıldıkça kendi kârlarının daha da büyüdüğünün farkındalar. Yalancı TÜİK verilerine göre bile şirketlerin toplam kârları yüzde 400 büyümüş durumda. Onlar da krizden dolayı “ağlıyor” ama emekçilerin ekonomisi küçülürken onlarınki büyüyor. Sermaye sınıfına büyük bir servet transferi gerçekleşiyor. Bu yüzden atılan her bir adıma destek verirlerken, “daha fazla, daha fazla” diye tempo tutmaktan kendilerini alamıyorlar. 

Sermayenin tüm kesimleri, siyasal iktidar ve düzen muhalefeti arasında, derinleşen ekonomik krizden nasıl çıkılacağı, daha doğrusu krizin sermaye sınıfı için nasıl bir fırsata çevrileceği konusunda tam bir mutabakat oluşmuş durumda.

Söz konusu mutabakatın birleştirici sihri, ekonomik krizin faturasının işçi ve emekçilerin sırtına yıkılmaya çalışmasındadır. Bu, tek tek partilerden öte Türkiye’deki kapitalist sınıfın çıkar ve tercihlerinin ürünüdür. Ortada emperyalizm ile iş birliği halinde Türkiye’nin kapitalist sınıfının topyekûn bir saldırısı vardır. Bu yüzden bütün düzen güçlerinin ve kurumlarının bu program etrafında birleşmesinde şaşırtıcı bir yan yoktur. Böyle bir saldırı programının hayata geçirilebilmesinin temel koşulu ise, buna itiraz eden ve direnen herkesin baskı ve zorbalıkla sindirilmesidir.

Tüm düzen cephesi etrafında birleşmiş olsa da karşısında hiçbir direniş görmeden bu programın kolayca hayata geçirebileceğini düşünenler yanılıyorlar. Bugün tek tek ortaya çıkan mücadele örnekleri yarın daha da büyüyecektir. İşçi sınıfı ve emekçiler karşılarında oluşmuş bu düzen cephesine karşı kendi sınıfsal birliklerini inşa etmek zorundadırlar. Bu tür bir sınıfsal birlik yalnızca bu ekonomik saldırı programına değil, bunu hayata geçirmek için iktidarın pervasızca hayata geçirdiği siyasal saldırılara karşı da mücadele etmek zorundadır. Bugünün Türkiye’sinde insanca bir yaşam koşullarının yolu sermayenin demir yumruğu AKP iktidarına ve onun efendilerine karşı verilecek siyasal mücadeleden geçmektedir. Yalnız tarihsel deneyim değil bugün yaşananlar da kendisinin ve toplumun demokratik hak ve özgürlükleri için mücadele etmeyen işçi sınıfının kendi emeğini de koruyamayacağını göstermektedir.