Kadınların biçimsel oy hakkına değil, özgürlüğe ihtiyacı var!

Kadınların artık tükenmiş ve çürümüş bir cumhuriyetin biçimsel oy hakkına değil, kendini gerçekten özgür kılacak yeni bir düzene ihtiyacı var. İşçi ve emekçiler için olduğu kadar kadınlar için de aslolan yüzünü geleceğe dönmek, gerçek eşitliği ve özgürlüğü sağlamak için mücadeleyi yükseltmek olmalıdır.

Burjuva cumhuriyetin 100. yılının kutlandığı bugünlerde, cumhuriyetin kazanımlarına, özellikle de kadınlar için kazanımlarına sık sık vurgu yapılıyor. Kadınların seçme ve seçilme hakkının tanınması da bunların başında geliyor. 5 Aralık Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasının yıldönümü. Resmi tarih anlatımlarına bakılırsa, kadınların sahip olduğu bütün haklar cumhuriyet tarafından onlara bahşedilmiş. Oysa bu coğrafyada Osmanlı döneminden bu yana temel haklarını kazanmaya çalışan bir kadın mücadelesi var.

Osmanlı’da kadın hareketi 19. yüzyılın sonlarında, dünya ölçeğindeki gelişmelere paralel olarak modernleşme arayışlarının bir parçası olarak ortaya çıktı. Çoğu üst sınıf mensubu erkeklerin eş ve çocukları olan ilk “feminist” kadınlar, sosyal taleplerin yanı sıra bazı siyasal istemlerde de bulundular. Bu dönemde başta eğitim olmak üzere sosyal yaşama dair bazı haklar elde edildi. Ancak bu haklar artık atölyelere sürülmeye başlayan işçi kadınlar tarafından zaten kullanılamaz durumdaydı.

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Kemalist rejim kapitalist gelişmenin ihtiyaçları çerçevesinde kadınların haklarını içeren reformları da gündeme aldı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Kıyafet Kanunu, Medeni Kanun bu süreçte yasallaşır. Ancak Medeni Kanun kadınların hak eşitliği açısından son derece biçimsel ve güdük hükümleri içerir.

Yapılan reformlara rağmen, kadınların siyasal yaşamda var olma talebi başlangıçta görülmek istenmez. Kadınların Nezihe Muhittin önderliğinde 1923 yılında kurmak istedikleri Kadın Halk Fırkası’na “kadınların oy hakkı olmadığı” gerekçesiyle izin verilmez. Oy vermenin belli bir olgunluk gerektirdiği, kadınların henüz bu olgunluktan uzak olduğu söylemleriyle kadınların siyasal yaşama katılım isteklerinin karşısında durulur. Kadınların temel görevinin çocukları büyütmek, hayır işleri ile uğraşmak olduğu söylenir. 

Tüm baskılara rağmen sürdürülen mücadelenin etkisiyle, ama daha çok da kapitalist gelişmenin ihtiyaçları gözetilerek, cumhuriyetin kurulmasından on bir yıl sonra kadınların seçme ve seçilme hakkı tanınır. Fakat bu biçimsel hak hiçbir zaman kadınların siyasal ve toplumsal yaşamda eşit bireyler haline getirmez. Erkek egemen düzen varlığını sürdürmeye devam eder. Kadınların biçimsel manada bir yasal eşitlik için bile 1990’lı yılları beklemeleri gerekir.

Bu kısa özetle ortaya koyduğumuz tablo hiç şaşırtıcı değil. Özel mülkiyet üzerine kurulu olan kapitalist sistem erkek egemen değer yargılarını tekrar üretmiş, kendi sömürü ve egemenlik ilişkilerine uyarlayıp yoluna devam etmiştir.

En ileri burjuva devrimler bile kadınların biçimsel de olsa hak ve eşitlik sorununu çözememiştir. Kadınların eşit siyasal hakları biçimsel olarak elde etmeleri için bile zorlu mücadelelerin verilmesi gerekmiştir. Dünya ölçeğinde yürütülen bu zorlu mücadeleler kadınların sahip olduğu hakların esas güvencesi olmuştur.

Burjuva cumhuriyetin 100., kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasının 69. yılındayız. Burjuva cumhuriyetin vardığı yer olan AKP iktidarı başta kadınlar olmak üzere işçilerin ve emekçilerin kazanılmış haklarına hoyratça saldırmaya devam ediyor. Geçmiş kazanımları gasp ederek Orta Çağ artığı bir zihniyeti hayata geçirmek istiyor. Ancak bugünkü uygulamalara karşı çıkmak, 100 yıl önce kurulmuş olan cumhuriyetin biçimsel güdük kazanımlarına sarılarak başarılamaz.

Kadınların artık tükenmiş ve çürümüş bir cumhuriyetin biçimsel oy hakkına değil, kendini gerçekten özgür kılacak yeni bir düzene ihtiyacı var. İşçi ve emekçiler için olduğu kadar kadınlar için de aslolan yüzünü geleceğe dönmek, gerçek eşitliği ve özgürlüğü sağlamak için mücadeleyi yükseltmek olmalıdır.