Ya sefalet ya mücadele!

“Bugünkü tablo önümüzdeki günlerde daha da ağırlaşacak. Yoksulluk, sefalet, kölece çalışma koşulları katmerlenecek. Bu tabloyu tersine çevirebilmek, emeğiyle yaşayan milyonların birleşerek faturayı ödemeyi reddetmesinden geçiyor. Saray iktidarının hedeflediği ekonomi politikası sefaleti dayatıyor. İşçi ve emekçilerin önünde ise ya sefalete razı gelmek ya da hakları ve geleceği için direnmek ikilemi duruyor.”

Genel seçimlerin ardından ekonomik enkazı kaldırma görevi “rasyonel zemine dönme” tartışmaları eşliğinde İngiliz borsa simsarlarının yetiştirmesi Mehmet Şimşek’e verilmişti.  Şimşek ise ABD’de yetişmiş ve uluslararası finans çevrelerinin yakından tanıdığı Hafize Gaye Erkan’ı Merkez Bankası’nın başına getirmişti.

Erkan, Merkez Bankası’nı ailecek işlettikleri “köy kahvesi”ne çevirince, skandallar birbiri ardına ortalığa saçıldı. Görevden alınmasının esas nedeni bu mudur bilinmez ancak yerine, o da dışardan ithal edilen ve zaten bir süredir MB başkan yardımcılığı koltuğunda oturan Fatih Karahan getirildi. Hemen ardından iktidar yetkilileri tarafından hedeflenen ekonomi programının kararlılıkla sürdürüleceği vurguları yapıldı. Sermaye çevrelerine ve uluslararası finans kuruluşlarına iletilen bu kararlılık mesajlarıyla, değişenin sadece MB başkanı olduğu, hedeflenen adımların atılacağı konusunda emperyalist tefeciler ikna edilmeye çalışıldı.

Yaşananların skandala varan boyutları bir yana, biz işçi ve emekçileri esas ilgilendiren, sıkı sıkıya bağlı kalınacağı ilen edilen bu ekonomik program ve onun sonuçlarıdır.

“Enflasyonu baskılamak”, “sıkı para politikası”, “mali disiplin” vb. sözlerle ifade edilen bu politikalar emekçiler açısından yeni bir emek düşmanı saldırı dalgası anlamına geliyor. Ve dalganın iyice büyütülmesi için hem sermaye hem de iktidar seçim sürecinin geride kalmasını bekliyor.

Geçmişte IMF programları olarak dayatılan “kemer sıkma” politikalarının ne anlama geldiğini işçi sınıfı ve emekçiler kendi deneyimlerinden biliyorlar. Bu politikalar her zaman sermayenin kâr oranlarının artırılması, işçi ve emekçilerin ise alım gücünün düşürülmesi üzerine kuruludur. 

Yıkıcı sonuçlarını bugünden yaşadığımız ücret artışlarının enflasyon artışının altında tutulması, bu hedeflerin bir parçasını oluşturuyor. Düşük ücret dayatmasıyla hem alım gücünü düşürmeyi hem de üretim maliyetlerini azaltmayı hedefliyorlar. Bunlara kıdem tazminatının gasbedilmesi de dahil bir dizi başka saldırının eklenmesi planlanıyor. Kamu harcamalarının kısılması ise kamuda işe alımların durdurulması, işten atmaların artması, sosyal destek uygulamalarına son verilmesi anlamına geliyor. Kamusal hizmetlerin paralı hale gelmesi, zaten var olan paralı uygulamaların zamlanması, yine bu kapsamda gündeme gelen “sıkılaşma politikaları” masada bulunuyor. Bir yanda devletin yükümlülüğü olan kimi hizmetleri parası olanın yararlanabileceği bir ayrıcalık haline getirmek, diğer yanda vergiyi tabana yaymak, vergi oranlarını artırmak gibi adımlarla gelirleri çoğaltmak, bu ekonomi programın bir parçası. İşsizlik fonu gibi sermayeye peşkeş çekilen fonların işçi ve emekçilere yönelik kullanımını daha da sınırlamak vb. de hedefler arasında.

Bu uygulama ve saldırıların işçi ve emekçilerin yaşamını ve çalışma koşullarını çok daha büyük bir yıkıma uğratacağı açık. Bugünkü tablo önümüzdeki günlerde daha da ağırlaşacak. Yoksulluk, sefalet, kölece çalışma koşulları katmerlenecek. Bu tabloyu tersine çevirebilmek, emeğiyle yaşayan milyonların birleşerek faturayı ödemeyi reddetmesinden geçiyor. Saray iktidarının hedeflediği ekonomi politikası sefaleti dayatıyor. İşçi ve emekçilerin önünde ise ya sefalete razı gelmek ya da hakları ve geleceği için direnmek ikilemi duruyor.