Yaşamı köleleştirilen milyonlar bulundukları her yerde bu irade gaspının karşısında durmalı, “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” şiarını yükseltmelidir.
AKP iktidarı Kürt halkının iradesini hiçe saydığı kayyım uygulamalarından vazgeçmiyor. Yaklaşık on yıldır özellikle HDP ve DEM Parti’nin kazandığı belediyelerde, terör demogojisinin arkasına saklanan bir hukuk tanımazlıkla seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıyor. Yerine partisinin il başkanı gibi çalışan vali ve kaymakamları kayyım olarak atıyor.
Hatırlanırsa, Mart 2024 yerel seçimlerinin ardından ilk denemesini daha seçilmiş belediye başkanlarına mazbataları verilmeden Van’da gerçekleştirmişti. Bu girişim Van başta olmak üzere ülkenin dört bir yanında protestolarla karşılandı ve AKP attığı bu pervasız adımı geri çekmek zorunda kaldı. Geçtiğimiz haftalarda ise Hakkari’de seçilmiş belediye başkanı Mehmet Sıddık Akış İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınarak yerine kayyım atandı.
AKP’nin nefret ve intikam siyasetini bilenler için atılan bu adım hiç de şaşırtıcı değil. Havuç ve sopa üzerine kurulu siyasetinde kendisine biat etmeyen herkesi büyük bir aymazlıkla terörist olmakla yaftaladı. Sözde bağımsız yargı kurumunu da siyasi emellerine alet etmekten geri durmadı. Birkaç ay öncesinde milletvekili Can Atalay da “herkes için bağlayıcı” Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen önce mahkûm edildi, ardından TBMM’de yapılan oylama ile milletvekilliği düşürüldü.
Açık olan bir gerçek var ki, o da bu kararların hiçbirinin “bağımsız” yargı kararları olmadığıdır. AKP’de siyasi hazımsızlık yaratan güçler için önce Gestapo rejimine rahmet okutan suçlar türetiliyor, ardından sözde bağımsız mahkemeler kendilerine verilen görevi yerine getiriyor. Ve yine açık olan bir başka gerçek var ki, devrimci ve ilerici güçler ile Kürt halkının baskı rejimine karşı sergilediği irade, AKP’nin hiç utanıp sıkılmadan oynadığı bu tiyatro oyununda hep öncelikli hedef oluyor.
Nasıl olmasın ki? Üç dönemdir bıkıp usanmadan gerçekleştirdiği kayyım saldırılarına rağmen Kürt halkı AKP’nin karşısına çıkardığı adayların yüzüne bile bakmıyor. Devlet gücü, polis ve jandarma baskısı ile gasp edilen iradesine her defasında daha da güçlü bir şekilde sahip çıkıyor. Bu tablo, “terör edebiyatı”nın hiçbir gerçekliği olmadığı gibi, bölge halkı üzerinde de bir karşılığı olmadığını gösteriyor.
Öyleyse AKP neden bu sonuçsuz siyasetini ısrarla sürdürmeye devam ediyor? Birincisi, genel başkanlarının zamanında söylediği gibi, demokrasi onlar için istedikleri durakta binip istedikleri durakta inecekleri bir tramvaydır. İşlerine gelince demokrasi nutukları atarlar, işlerine gelmeyince en faşizan yüzleri ile karşımıza dikilirler. İkinci olarak ise, sorunun esas kaynağı Kürt sorununun kendisidir. Kürt halkının özgürlük ve eşitlik talebi karşısında AKP, tıpkı diğer düzen partileri gibi imha ve inkâr politikalarının yılmaz bir savunucudur.
“Terör edebiyatı”, böylece halklar arasında düşmanlığı kışkırtmak, bu baskı ve sömürü düzeninin bekası için kullanılan en işlevsel araçlardan biridir. İşte sorunun kritik noktası burasıdır.
Kayyım politikasının bir irade gaspı olduğu su götürmez bir gerçektir. Ama esas sorun sadece bir belediye yönetiminin gasp edilmesi de değildir. Daha önemlisi, yaşamı azgın sömürü ve baskı koşulları altında köleleştirilen milyonlarca emekçinin, konu Kürt sorunu olduğunda sermaye sınıfına ve iktidara hızla yedeklenmesidir. Bu çark kırılmadan, Kürt halkının haklı ve meşru istemlerine sahip çıkılmadan, halklar arasında özgürlük ve eşitliğe dayalı bir mücadele kardeşliği kurulmadan, bu baskı ve sömürü düzenine gerektiği gibi karşı durulamaz.
Yaşamı köleleştirilen milyonlar bulundukları her yerde bu irade gaspının karşısında durmalı, “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği!” şiarını yükseltmelidir.