Emperyalist savaşa karşı SINIF SAVAŞI

“Savaşların esas kaybedeni olan işçi sınıfının yapması gereken, bir yandan emperyalist devletlerin saldırgan politikalarına karşı çıkarken, öte yandan kendi vatandaşı olduğu devletin de saldırgan ve militarist politikalarına karşı mücadele etmek olmalıdır. Barışa giden yol ancak buradan geçmektedir.”

Sovyetler Birliği yıkıldığı zaman kapitalist dünyanın efendileri ve onların paralı uşakları yeni bir dünya düzeninin kurulduğunu söylüyorlardı. Öyle ya sosyalizm yenilmiş, soğuk savaş bitmiş, çelişkiler güya sona ermişti. Artık dünyaya huzur ve barış hâkim olacaktı. Ama öyle olmadı.

Barış ve küreselleşme nidalarıyla kurulan bu yeni dünyanın ne menem bir şey olduğunu görmek için çok beklemek gerekmedi. Anlaşıldı ki yıkılan Berlin Duvarı yeni bir dünyaya değil, eskisinden daha barbarına açılıyordu. Sosyalist bir işçi devleti olma özelliğini çoktan kaybetmiş olsa bile Sovyetler her şeye rağmen emperyalist kapitalist sistemi dizginliyordu. Emperyalizmin yol açtığı acı ve yıkıma karşı geçici de olsa bir set işlevi görüyordu. Sovyetlerin yıkılışı yeni bir düzenin değil, öncesini aratan vahşi bir düzensizliğin önünü açtı. “Küreselleşme”, “refah ve bolluk toplumu” yalanlarıyla emperyalist saldırganlık dizginlerinden boşaldı.

Ya sonra? Sonrası malum… Yugoslavya, Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen, Ukrayna, Filistin, Ortadoğu… Bugün dünyanın her yerinde savaş tamtamları hiç olmadığı kadar güçlü çalıyor. Ülkeler, şehirler bombalanıyor. İnsanlar katlediliyor. Kadınlar ve çocuklar öldürülüyor. Milyonlarca insan yerlerinden yurtlarından ediliyor. Bu savaşların bedelini işçi sınıfı ve emekçiler öderken silah tekelleri kârlarına kâr katıyor.

Barış için mücadele

Emperyalist-kapitalizm çağı, dünyanın tekelci kapitalist gruplar ve emperyalist devletler tarafından paylaşılmasının tamamlandığı ve yeniden paylaşmak üzere sürekli kendi aralarında mücadele ettikleri bir çağdır. Bu yüzden savaş emperyalist sistem için asla vazgeçemeyeceği bir zorunluluktur.

Bugün kendini düzenin efendisi sayan ABD, konumunu korumak ve olası rakiplerini etkisizleştirmek için dünyanın dört bir yanına kan ve gözyaşı taşıyor. Kapitalist dünya sistemi içinde gitgide zayıflayan hegemonyasını saldırganlıkla ve olası rakiplerinin burnunu şimdiden sürterek korumak istiyor. Son otuz yıldır gerçekleşen tüm bölgesel savaşların gerçek nedeni budur. Ukrayna savaşının da, Tayvan politikası ile Çin’i tahrik edip durmasının da, Kore yarımadasında kışkırtıcı politikalar izlemesinin de altıda bu gerçek yatıyor.

Kendilerine yeni sömürge alanları ve nüfus bölgeleri yaratmak isteyen diğer emperyalist güçler ise hızla ve bütün imkanlarıyla daha çok silahlanıyorlar. ABD’yi sınırlamak, mümkünse bugünkü baskın durumuna son vermek istiyorlar. Bu mücadele ve buna yol açan kapitalist sistemin çelişkileri anlaşılmadan, yaşanan savaşlar da yarın insanlığı bekleyen daha büyük tehlikeler de anlaşılamaz. Şüphe yok ki emperyalist sistemin bu güç kavgası insanlığı tarihinin en büyük felaketlerinden birine doğru sürüklemektedir. Nükleer silahlarla gerçekleşeceği kesin olan yeni bir emperyalist dünya savaşının yol açacağı yıkım öncekilerden çok daha büyük olacak, belki insanlığı nihai bir çöküşe götürecektir.

Bu yüzden işçi sınıfının önünde duran en güncel görevlerden biri savaş ve saldırganlık politikalarına karşı etkili bir barış mücadelesinin verilmesidir. 

Elbette ki savaşlar sistemin yapısından kaynaklandığı ölçüde bu barbarlık sistemi yıkılmadan savaşların ve saldırganlık politikalarının önüne tam anlamıyla geçilemez. Bu açıdan barış için mücadele ancak emperyalist-kapitalist sisteme karşı mücadele içinde bir değer ve anlam kazanabilir.

Savaşların esas kaybedeni olan işçi sınıfının yapması gereken, bir yandan emperyalist devletlerin saldırgan politikalarına karşı çıkarken, öte yandan kendi vatandaşı olduğu devletin de saldırgan ve militarist politikalarına karşı mücadele etmek olmalıdır. Barışa giden yol ancak buradan geçmektedir.