Sefalete razı gelecek miyiz?

“Gün dağınıklığımızı, parçalılığımızı bir şey yapmamaya bahane etmek değil, işçi sınıfını mücadele sahnesine çıkartmak için seferber olma günüdür. Gün bahanelerin arkasına saklanma değil, alanlara çıkma günüdür.”

Önümüzdeki günlerde Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplanacak. Kapitalistler, onlara hizmette kusur eylemeyen iktidar ve sendikalarımıza çöreklenmiş ağalar bir araya gelip asgari ücreti açıklayacaklar. Böyle bir masadan işçi sınıfı ve diğer ücretlilere düşecek olan elbette sefalet olacaktır. Bunu hepimiz biliyor ve görüyoruz. Ancak sormamız gereken soru şudur. Biz işçi sınıfı olarak buna razı gelecek miyiz?

Asgari ücretin merkezi olarak belirlenmesi uygulaması 1967 yılında başladı. O zamana kadar asgari ücret mahalli olarak belirleniyordu. Merkezi belirleme o zaman için işçi sınıfı adına bir kazanımdı. Sermayedarlar belirlenen asgari ücretin altına işçi çalıştıramayacaklardı artık. Sınıf mücadelesinin güçlü olduğu dönemde işçi sınıfının çıkarlarına hizmet eden bu gelişme bugün çalışanların önemli bir kısmına asgari ücret adı altında sefalet ücreti dayatılmasının aracına dönüşmüş durumda.

Dahası eskiden çalışanların sınırlı bir kesimi asgari ücret alırken artık asgari ücret ortalama ücret konumunda. Bu ülkede ücretli çalışanların yüzde 65’i asgari ücret düzeyinde ücret alıyor. Bu durum, asgari ücret ile işçi sınıfının büyük çoğunluğunun ücretlerinin belirlenmesi anlamına geliyor. Sınıf mücadelesinin zayıflığı, işçi sınıfı adına Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na dahil olan sendika bürokratlarının işbirlikçi tutumlarıyla da birleşince asgari ücret ile sefalet ve kölelik dayatılıyor.

Ötesinde asgari ücret TÜİK’in uydurma enflasyon rakamları ile belirleniyor. Gerçek enflasyonun yanından bile geçmeyen rakamlar sadece ücretlerimiz belirlenirken kullanılıyor. Böylece bırakalım yoksulluk sınırını, asgari ücretle açlık sınırının altında bir yaşam dayatılıyor. Ücretli çalışanların büyük bir çoğunluğu ise yoksulluk sınırının altında ücret alıyor. Resmi verilere göre bile ülkenin çoğunluğu yoksul durumda. Oysa iktidar Türkiye’nin dünyanın 17. büyük ekonomisi olmasıyla övünüyor… Bu demektir ki, milyonların yoksulluğu üzerinden biriktirilen servet bir avuç kapitalistin elinde toplanıyor. Bize asgari bir yaşamı bile çok görenler kendilerine sefahat, şatafat içinde bir yaşam kuruyor.

Bir süredir hedeflenen enflasyon rakamları (yüzde 25) üzerinden asgari ücrete zam yapılacağı söylenerek beklentiyi düşürmeye, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar. Yüzde 40-50’lik zam oranlarını iyi gösterme derdindeler. Gerçek enflasyonun yüzde 100 olduğu bir yerde yüzde 100 zam bile sıfır zam anlamına gelecektir. “İnsanca yaşamaya yeten ücret” talebini yükseltmek mevcut olanı korumak değil, çok daha fazlasını hedeflemek anlamına gelir. Ürettiğimiz zenginlikten hakkımız olanı almak için harekete geçme zamanıdır.

Ekonominin dümenindeki Mehmet Şimşek ve AKP-MHP iktidarı yaşanan ekonomik krizin faturasını sermaye adına işçi ve emekçilere kesmekte kararlı olduklarını her fırsatta gösteriyor. Bizlere kesilmeye çalışılan faturanın bir tarafını sefalet ücreti dayatması oluştururken diğer tarafını ise vergi yükünün sırtımıza bindirilmesi, sermayeye vergi afları, teşvikler oluşturuyor. Bunu yapabilmek içinse baskı politikaları ve yasaklarla bizleri sindirmeye çalışıyorlar.

Tablo bu kadar açık ve nettir. Bizlerin emekleriyle yaratılanlara el koyarak büyüyen bir sermaye düzeni var karşımızda… Dişe diş bir mücadeleyle, kendi gücümüze güvenerek, örgütlülüklerimizi güçlendirerek sokağa çıkmaktan, üretimden gelen gücümüzü kullanmaktan başka çaremiz yok. Gün dağınıklığımızı, parçalılığımızı bir şey yapmamaya bahane etmek değil, işçi sınıfını mücadele sahnesine çıkartmak için seferber olma günüdür. Gün bahanelerin arkasına saklanma değil, alanlara çıkma günüdür.